4 Ağustos 2010 Çarşamba

Sahaf konusu, kitap - insan konusudur. Otuz yıllık sahaf Sayın Emin Nedret İşli ile söyleşi; On sekizinci yazı

Kağıt üzerinde çizgi, yuvarlak ya köşeli simge, adına harf denilen işaretlerle yaşıyoruz. Bizlere şaşırtıcı gelmeyen bu durum, eskiden yazmaya uzak milyon insan için şaşırtıcı olmalı. Yazı, giz; yazma tılsımı buradan başlar.

Söz yazıya evrildi, oluşan teknik bilgi ve yazılım öğrenimi; dönemine göre seçkin bir kast sistemine dönüştü. Eski yakınlarda 'mürettip' denirdi bu meslek mensuplarına. Çırak, kalfa, usta gibi sınıflar ortaya çıktı. Yazma tekniğini bilen ve düşünsel imgelemlerini yazarak betimleyen insan tanımı ayrıştı. Daha sonra başladı her yazmayı bilen, her okumayı bilen arasındaki ayrım.

Yazmayı teknik olarak bilen ve kitap dizgisi yapanla kitabı okuyanlar arasında da ayrıklık başladı. Daha sonra, her kitap herkes için değildir, aşaması geldi. Okuma bilen her birey, okuduğu her şeyde başka anlam aradı ya da farklı anlamlar çıkarsadı okuduklarından. Okuyan, yazan, yayın, kitap konusunda uzmanlaşmalar ayrıştı. Okulu olmayan yazar gibi, okulu olmayan sahaf imgelemi ortaya çıktı.

Sahaflık sanatının ağızdan ağıza kulaktan kulağa geçen sözlü bilgilerini, kendi tanımıyla çıraklık döneminde biriktiren Sayın Emin Nedret İşli, yaklaşık 30 yıla yakındır sahaflık yapıyorum, diyor. Şimdi bu söyleşiyi izliyoruz.

Sevgi, içtenlik...
Tekin SonMez, Stockholm 4 Ağustos 2010SORU; Nedret Bey ilk gittiğiniz sahaf aklınızda mı?
YANIT; Sahaflar Çarşısı'nın dükkanları yetmediğinden dolayı bir de onun tam karşısında, Beyazıt camiinin karşısında Beyaz Çarşı diye, eski başbakanlardan Mesut Yılmaz’ların sahibi olduğu bir hanın alt katında, daha çok dini yayınlar satan bir çarşı oluşmuştu. Şimdi orası otel oldu. O Beyaz Çarşı’da daha çok bu sahafiye kitaplar satan ve akademik dünyaya daha çok hitap eden Enderun Kitabevi diye bir katabevi vardı. Ben orda 1978 yılında İsmail Özdoğan diye bir sahaf beyin yanında bir altı ay kadar sahaf çıraklığı yaptım. Ama orası çok enteresan güzel bir yerdi, yani hakikaten bilim adamlarının çok sık geldiği bir yerdi.

SORU; Kimleri tanıdınız?
YANIT; Orda Prof Fahir İz’i tanıdım, Agah Sırrı Levent’i, Fevziye Abdullah Tansel’i tanıdım, bunlar hepsi, Fuat Köprülü’nün yetiştirdiği insanlardır. Bizim bu kitap tarih edebiyat dünyamızın çok önemli simalarını orada gördüm ve onlarla tanıştım.

SORU; Önemli yıllar, bugünkü durumla benzerlik var mı?
YANIT; Evet evet, o yıllar benim için çok önemli. Şimdi şöyle, birincisi ben oraya tabii daha önce bir müşteri müdavim sıfatıyla gidiyordum, sonra liseden mezun olur olmaz çıraklığa talip oldum ve altı ay kadar çalıştım. O dönemde ve ondan önceki müdavimliğim, müşteriliğim zamanında da oraya gelen insanlar uzun bir müddet oturup sohbet edip kitap alan insanlardı. Şimdi Enderun Kitabevi’ne gelen insanlar orda sadece kitap almakla kalmıyorlardı, kendi aralarında bir sohbet ortamı oluşturup çeşitli şeyler üzerine, yani kitapların incelikleri nadirliği, neden nadir oldukları, kimin, hangisinin hangi cildinin daha az bulunduğu, hangisinin.. efendime söyleyim ne nedenle kaybolduğu gibi bir sürü, kitap dünyasıyla ve yayın işleriyle ilgili bir sürü bildiklerini karşılıklı birbirleriyle paylaşıyorlardı. Şimdi maalesef günümüzde, şu günümüze hemen bir saptama yapalım, günümüzde böyle bir ortam artık söz konusu değil. Yani ne müdavim çok fazla geliyor, ne de böyle bir sohbet ortamı oluşuyor kitapçılarda.

SORU; O sohbetler yok, değişen insan mı, koşullar mı?
YANIT; İnsanlar internetten alışveriş yapıyorlar falan filan.. işte o çevrede tabii uzun yıllar bulunduğum için bir sürü, hani eskilerin, Osmanlı tabiriyle hurda bilgi dedikleri, hurda malumat dedikleri bir tip malumat var, yani böyle hiç kimsenin yazmadığı çizmediği bilemediği ve kayıtlarda olmayan ama kulaktan kulağa devredilen.. ama çok ince, böyle zarif noktalara değinen birtakım bilgileri.. öğrendim ve ordan epey bilgim oldu.

T; İlk kitap nasıl ulaştı, raslantı mı, aile kitaplığı mı?
E.N;Hayır benim ailemde kitapla ilgili çok fazla insan yok. Ciddi bir kütüphane de yoktu evimizde. Yani normal eski İstanbullu bir aileydik ama öyle kitaba düşkün, kitap toplayan, kitap okuyan aileden kimse yoktu. İki kitap vardı çocukluğumda elime geçen, hatırladığım bir Rıza Tevfik’in Serabı Ömrüm adlı şiir kitabıdır, o da imzalı idi; ama sonradan öğredik ki bu Rıza Tevfik’in kitabının imzalı oluşu çok büyük bir özellik değilmiş, çünkü Rıza Tevfik’İn kitabı, Serabı Ömrüm basıldığı zaman 3000 nüshayı da Rıza Tevfik oturup imzalamış. Yani şöyle bir durum, hatta sahaflık açısından, Rıza Tevfik’in Serabı Ömrüm isimli kitabının imzasız nüshaları daha önemli. Çünkü gözden kaçmış ya imzalanmamış olanlar.. o nedenle böyle de bir incelik var bu işte. Biri o idi, evimizde vardı.

T; Kaç yaşındaydınız o zaman?
E.N; Beş altı belki yedi yaşlarında falan. Bir de babamın böyle sandık odası gibi bir odada tuttuğu..
T; Eski evlerde duvar içinde...
E.N;Duvarın içindeki raflı bir büyük dolabın içerisinde sakladığı işte alet kutularını bilmem nelerini koyduğu ve bize göstermediği ve işte aman bu çok açık saçık resimler falan var dediği bir kitap vardı. O da bir efsane gibiydi evde, onu da sonradan, babam benim küçük yaşta vefat etti, sonradan işte kitabı açtık baktık ki, 1940’larda yayınlanmış ‘Tenasül Hayatımız’ diye bir kitap.
T; Kama Sutra’nın bir benzeri,
E.N; Hayır o da değil, bu bir tıbbi şey yani evlilikte cinsel hayat işte nasıl çocuk doğar falan gibi..
T; Tamam anımsıyorum o kitabı.
E.N; Türkiye yayınevinin bastığı tenasül hayatımız diye bir şey. Hani aslında hiç cinsellikle falan ilgisi yok ama işte içinde birtakım insan organlarını falan gösteriyor diye bizimkiler de aman bu çok tehlikeli bir kitap.. pornografik bir kitapmış gibi.. biz de bilmiyoruz tabii, aman görsek bir diye yanıp yakılıyorduk.
T; Kardeşler de kitap sever mi Emin Bey?
E.N; İki kardeşiz, abim benden sekiz yaş büyüktür, tarih fakültesi mezunudur, o da lise yıllarında, öğrencilik yıllarında, Cağaloğlu'nda Babıali’de İnsel Kitabevi diye bir kitabevi vardı, bu meşhur Fahrettin Altay paşanın damadı çevirmen Avni İnsel’in kurmuş olduğu bir kitabevi. Avni İnsel de çok meşhur bir adam, meşhur Pitigrilli vardır ya, Pitigrilli'yi falan Türkiye'ye kazandıran adam. Çok enteresan, birtakım böyle biraz kısmen yarı açık kitapları, müstehcen kitapları, o tarihin tabii, müstehcenliğine göre çeviren adam. Onun dükkanında, bir yedi sekiz ay o da çıraklık, tezgahtarlık yaptı. Orda abim kitap toplamaya o başladı, daha sonra ben de ondan etkilenerek ve efendime söyleyim, ondan öğrenerek başladım kitap toplamaya...

Tekin SonMez, 23 Haziran 2010, Beyoğlu, İstanbul
Fotoğraf; Feryal Özkale Sönmez

BAKINIZ http://tekinsonmez.com/

3 Ağustos 2010 Salı

Elyazmaları öykü, bölüm VI; Kitaplarla ilişki, insanlarla ilişkiye benzer, İnsanlar değiştikçe, kitaplar da değişir; On yedinci yazı

"Birkaç gün insan sesi işitmeyen kitaplarda başlayan hüzün, ne eksik ne fazla, bu hüznün yarattığı acılı titreşimlerle yoğunlaşan bir durum bu. Annem ve babam, öğretilerini bana şöyle betimlediler. 'Oğlum; Kitaplarla ilişki, insanlarla ilişkiye benzer,' dediler.

"Kitap dolu odaların, insanlara küserek içlerine doğru kapandıklarını, o uğultulu depremsi geceden sonra biliyorum artık. Benim alın yazım da bu! Son nefesime dek, bu rafları aynı boy kitaplarla dolu odalarda yaşamak yazgımmış." (*)

Değerli izleyici,

Elyazmaları adlı öykü sürüyor. 'Kars Platosu Öyküleri’nin ilk fragmanları Kültür Senatosu konukluğu dönemime (Berlin 1991) rastlar,' diye iki önceki sunumda yazdım.

"Berlin seni beklerken sonbahar geldi. ne yana bakılsa görülebilir ebruli kızıllıklarla, turuncu, mor geçişli güzün uyumu yapraklara serpilmeden önce Berlin e gelmek isterdin. Kanallara sis inerken kar yumuşaklığını severdin sevmesine ya, ağaçların yeşil yaprakları, dikenli hırçın rüzgarlarla savrulmadan öncesini de severdin," betimiyle açılan "Söylence Berlin" adlı romanımı yazdığım günlerdi.

'Elyazmaları' adlı öyküde olduğu gibi insan kokusu alamayan kitapların göçmen kuşlar gibi farklı iklimlerde kitap koloniler kurarak insan oğlundan uzaklaştıkları söylencesini, o günlerde yaşadığım bir düşte öğrendim.

Dün, bir aşağıda söyledim; Kitap neden bu denli şaşırtıcı etki yapar? Söz yazıya dönüştükten sonra ortaya çıkan teknik bilgi, yazılım öğrenimi; dönemine göre seçkin bir kast sistemine dönüştü. Yazmayı bilenlerle bilemeyenler arasında beliren fark, bilmeyenler için ulaşılmaz bir muamma, bilmeyenlere karşı bir gizlilik örtüsü gibi yerleşti insan zihnine. Yazı bilen bilmeyen ayrımı sonra gelir.

Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez, Stockholm 3 Ağustos 2010"Sipariş verilecek kitapların seçilmesi ve kitap pazarına gelen bezirganlara bu listelerin sunulması annemle babamın işlerinin arasındaydı. Bazı bezirganlar, editörlerini yanlarında getirirdi o günlerde. Annem, babam daha çok bu tür editörlerle görüşür ve konuşurlardı.

"Bir yıl, bazen birkaç yıl sonrası için verilen siparişlerin zamanında Kars’a gönderilmeleri için, editörlere gururlandırıcı dil dökmeyi de beceren annem ve babam, son yıl beni de Kars Kitap Pazarı’na götürdüler.

"Onlara göre artık benim de kitap seçme zamanım gelmişti.

"Böylece kendi kitaplığımı kuracaktım.

"Yeni yürümeye başladığım ilk gün, omuzuma geçirilen dışı saf ipek, içi keten, kenevir liflerinden yapılmış bezle sarılı kitap torbamı bu kez boynumdan geçirip, yandan kalçamın üstüne yerleştirdim.

“Bunun içine, artık bir kitap koyma zamanı geldi,” dediydi annem. Tökezlenmeden yürüyebiliyordum tek başıma o günlerde. Kars Pazarı’nda nasıl bir kitap seçeceğim merak konusu olmuştu.

"Bütün bu bölgenin içinden İpek Yolu’nun geçmesi nedeniyle hatta Asya ile Avrupa arasındaki en büyük kitap pazarının, Kars Platosu’nda kurulduğunu da o gün öğrendim.

"O gün bir şey daha öğrendim, annem ve babam ellerimden tutmuş caddede yürüyorlardı. Ahalinin bize olan saygısını da o gün gördüm.

"Dışarıya çıkmaya pek fazla zamanları olmayan bu iki insan, gururla yaşadıkları Kars kenti insanlarına ve dünyanın her yönünden gelen editörlere geleceğin editörü olarak beni de göstermek istiyorlardı." (SÜRECEK)

Elyazmaları, Tekin SonMez, Kars Platosu Öyküleri, NİS Media Ya, ilk bası 2004, İst.

2 Ağustos 2010 Pazartesi

Sahaflık mesleği ile yıllarını tüketenlere soruyoruz, kitaptaki sır nedir diye; Sayın Halil Bingöl ile söyleşi, 4. bölüm; On altıncı yazı

Kitap insan bağlantısı, bugün de söylenemeyecek gizlerle karşımıza çıkar ve keşif masasında konu olur.

Kitap neden bu denli şaşırtıcı etki yapar? Kağıt üzerinde çizgilerden, yuvarlak ya da köşeli simgelerden, adına harf denilen görüntülerin biçemleri mi bu etkiyi veriyor? Yoksa alt alta yazılmış tümceler mi? Her tümce, içinde taşıdığı anlam ile doğuma hazırlanan canlı gibidir. Gök yüzünde elle ulaşılamayan sayısız yıldızın yaydığı ışıkdaki gizem gibi merak uyandırır kitapdaki harfler, okuma bilmeyenler için.

Değerli izleyici,

Okumayı bilmeyen, okuduğunu anlamayan için kitap bir 'muamma' olur. Burdan başlar giz! Anlaşılmayan tümce, açılmayan kapı olur. Kırarak içeri girmek de vardır o kapıyı fakat kırıldığında kapı diye bir şey kalmaz ortada.

Oysa çok kolaydır! Kitap bir nedenle elinize geldiğinde, açılmayı bekler. Sırlar kitabın açık sayfadır. Pek çok kitap yıllarca açılmayı bekler, içe dönük insanlar gibi suskun bekleyen kitaplar vardır. Sabırla okurunu bekleyen kitaplardan talihli olanları eline alan ve onların dilinden anlayan kitap Sayın Halil Bingöl ile söyleşinin sonuna geldik.
Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez, Stockholm 2 Ağustos 2010 Tekin; Halil Bey, peki nasıl bir sır söylenmeyecek şeyler mi?
Halil; Tekin Ağabey, fazla da açıklanacak şeyler değil, meslek sırlarıdır bunun okulu yoktur bunun için 15 yllık bir çıraklık devresi 10 yıllık bir kalfalık devresi olmak üzere 25 yıllık bir süreç içinde bu, olgunlaşmaya başlıyorsunuz. Tabii ki kitabı aşk derecesinde sevmek de var bu ayrı bir şey.
T; Evet bu apayrı bir şey.
H; Aşk! Kağıt kokusunu da ileri geçiyor bu..
T; Aşk... Nasıl?
H; Aşk! Kitap aşkı, ilerki devresi o biraz kötü oluyor, şöyle ki, sen kitaba tamamiyle bağlanıp satamıyorsun o kitabı.
T; Bir de satamıyorsun!
H; Evet o felaket bir durum! Burda bir arkadaşımız öyle, öyle bir durumda, satamıyor hiç bir tanesini, kıyamıyor, bunlar benim yavrularım diyor. Ben bunları satarsam ya hoyrat bir ele geçerse diyor. Ya bunu hırpalarsa diyor, yani onun çocuğu gibi muhafaza ediyor.
T; Siz daha o aşamada değil misiniz?
H; Ben o dönemde değilim! Olmak da istemem yani.
T; Peki kitabı nasıl algılayalım? Kitabı algılamada diyorsunuz ki tutku, aşk var ve bu aşkın kademeleri var...
H; Şimdi siz kitaba ne kadar yaklaşırsanız, ne kadar yapışırsanız onlar birer canlıdır. Her sayfasının bir özelliği var, bir canı var. Ordaki kitabın bakımı yapılmazsa ilerki senelerde üzerinde lekeler oluşur asit lekeleri.
T; Kitap sayfalarında gözle görülür mü, canlı mıdır bu?
H; Evet, canlıdır bu, yürüyor yani. Evet. Çok çok ilerki durumda kırılmaya başlar kağıt. Kırılır resmen kırılır böyle, elinize alırsınız kırt diye kırılır böyle gevrek hale gelir, kitap kendi kendine yanar, alevli değil, için için yanar, asidi onu yakar bitirir. Mahveder! Onun için o kitabı ayda bir, onbeşde bir açarsanız, havalandırırsanız, oksijenle temasa getirirseniz bu yangınını bir nebze olsun söndürürsünüz.
T; Bu kesin gerekiyor mu?
H; Kesin gerekiyor!
T;Yüzlerce kitabınız var, bunu nasıl yapacaksınız?
H;Onu artık, o el alışkanlığı, tek tek onlarla ilgilenmeniz lazım, bakımını yapacaksınız, tozunu alacaksınız, o zaman o kitapalar dile geliyor, ondan sonra onlar sizlen hercümerc oluyor ve sizlen konuşmaya başlıyorlar.
T; Halil Bey kitapların size ulaşması.. bir yerden telefon mu ediyorlar size.. şöyle 'bir kitaplık dolu kitap,' diye..
H; Şimdi çağırırlar, telefon ederler, veyahut da tanıdık eş dost vasıtasıyla, gider bakarız kitaplığa..
T; Nasıl oluyor o insan ölmüşmü oluyor, o kitaplar nasıl..
H; Evet! Kitapların bize gelme konusuna geçiyoruz. Şahsın ölmesiyle bir! Özellikle erkekler kitap tutkunu olur, bayanlar pek kitabı sevmezler, toz tuttuğu için, işte fazla ilgi çektiği için, eşi tarafından ihmal edildiğini zannettiği için kitaba bayağı düşmanımsı bakarlar, eş öldüğü zaman ilk evvel emirde satılacak şey kitaptır ilk.
T; İlk önce kitap mı çıkar evden?
H; Bu hiç değişmez! Hatta gideriz deriz bakarız ederiz işte muhteşem kütüphane, kadın.. çok oldu böyle.. Alın bunları götürün kardeşim, görmeyim,' diye. Ee ne ödeyeceğiz? Para mara yok.. para istemiyor, düşünebiliyor musunuz? Böyle çok oldu! Bu şekilde geliyor. İkincisi, bizi de çağırmıyorlar, kapıdan geçen hurdacıya, kağıtçıya veriyorlar, onlar tekrar getirip bize satıyorlar. Üçüncüsü çöpe atıyorlar, bildiğiniz çöpe atıyorlar, kapıcıya veriyorlar, at diyorlar bunu, kapıcı çöpe atıyor veya tanıdığı gelen hurdacı varsa ona satıyor gene ordan bize geliyor. Veyahutta perakende diyelim ki paraya ihtiyacı oluyor, kütüphanesinin bir bölümünü koyuyor torbalara geitiriyor burda satıyor bize.. bu şekide geliyor kitaplar veyahutta biz ihalelere giriyoruz, ihalelere gidiyoruz alıyoruz, evet.
T; Halil bey, kitapla böyle başladık sonuna geldik, kitabın geleceği var mı, sahafın geleceği var mı?
H; Dünya durdukça, yazı kağıt kalem ortadan kalkmadıkça allahın emri bitmez ve bu kitap işi de bitmez, devam eder, dünya durdukça devam edecektir.

Aralık 2009, İstanbul, Beyoğlu, Galatasaray.