30 Eylül 2010 Perşembe

İnsan hem hukuk okuyacak hem de iktisat ve yine de kitaptan kopamaz...örnek mi!Mustafa Baldan ile söyleşi ; Yirmi üçüncü yazı

Kitabın alıp götürdüğü bir dünya. Nereye? Yolculuk nereye? Kitaba dokununca yolculuk başlar. Ya da yolculuk olmaz da siz öyle sanın! Git! Git! Gittiniz! Gittiniz! Duracak yer var mı? Yine o sokaktayım işte. Bir kitap peşinde koşuyorum.

Sorup soruşturuyorum. Yok! O yok! Duracak bir yer arıyorum, o kitabı bulmaktan umut kestim. Yoruldum! Oturacak bir yer arıyorum. Sokakta yığınla kitap beni içeri çekti. Orada bir de ne göreyim! Kitaplar arasında bir yolcu.. durdum ve ona baktım. O hiç istifini bozmadı.

Var mıyım yok muyum, oralı bile değil! ‘Hey arkadaş,’ diye seslensem, irkilebilir ve tavana dek yükselen kitaplara çarparak düşer. Kitaplarla böyle bir yolculuk az görülür.

Bırak gitsin yoluna, dedim. Üstü, başı, elleri toz içinde.

Evet o denli gürültü yaptım ki sonunda irkildi ve geri döndü yolculuğundan. Gözleri kapalı. Huysuzlandı da! Ellerini açtı! Zor bir diyalog.. söke söke başladım.

İnsan hem hukuk okuyacak hem iktisat ve korkmayacak kitaptan!

Örnek mi? Konya (1946) doğdumlu, hukuk ve iktisat okudum diyen hem de kitaptan kopamayan Mustafa Bey işte elleri toz içinde.

Elim toz olur diye, elimi sıkmadı! Söyleşiyi birlikte izleyelim.
Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMezT: Sizi tanıyalım! İstanbul’da doğdunuz herhalde?
M: Efendim ben Mustafa Baldan. Yok! Konya'da doğdum.
T: Anneniz babanız öğretmen belki...
M: Değil! hayır! Annem ev hanımı, babam işçi.
T: Baba işçi! Şöyle yapalım! Kitabı nasıl tanıdınız ilk, yani kitap size nasıl dokundu? Kitap! Çünkü sizi buraya kadar getirdiğine göre bir cazibesi var herhalde kitabın.
M: Efendim, kitapla tanışmak... nasıl söyleyim...
T: İlk.. ilk kitap.. nasıl gördünüz ilk kitabı, nerede?
M: Tabii, tabii.. Konya'da gördüm.
T: Ailede kitap merakı var mıydı Mustafa Bey?
M: Dayımda.. tabii vardı, dayım okumuş birisiydi. Onun evinde bir.. kütüphane demesek de sandığında bir dönem okuduğu kitaplar vardı. Ben o kitaplarla birgün onun izbesinde idim, o sandığında karşılaştım kitapla...
T: Evet, ilk okuduğunuz kitap aklınızda mı, isim.. neler var?
M: Birkaç tanesi.. o sandığın içinde hangi kitapların olduğunu aşağı yukarı hatırlıyorum.
T: Peki hatırladığınız kitapları görelim bakalım.
M: Efendim, aşağı yukarı her türden denebilecek, her türden kastım...
T: Bir isim filan var mı?
M: Var tabii! Var tabii, orda karşılaştığım romanlar vardı.
T: Örneğin, yazarları?
M: Tabii bugün edebi saymadığımız romanlar, örneğin Reşat Nuri vardı, Hüseyin Rahmi vardı, ama bunun yanında Esat Mahmut Karakurt ve Kerime Nadir ve bunlardan birer kitap daha vardı. Agah Sırrı Levent, Mustafa Nihat Özon.. edebiyat tarihleri vardı. İlk okuduğum kitaplar o sandıktan çıkan kitaplardı...
T: Kitap sizi.. evet buraya kadar getirdiğine göre bir yol yürüdünüz. Bir yol! O yolu görelim! Kitap sizi uğraklar olarak nereye savurdu ve kitap olmasaydı ne olacaktı?
M: Yani değiştirdi mi onu bilmiyorum ama.. yani işte kitapla bağlantı kurduktan sonra okuma hiç durmadı...
T: Okuma hiç durmadı mı Mustafa Bey?
M: Durmadı, sürekli okudum, bu arada dönem dönem yazma hevesim, hatta onların kimilerini yayınlama girişimim de oldu. Bu böylece sürdü geldi.
T: Öğrenim, kitapla ilgili mi oldu öğreniminiz.. yoksa?
M: Yok, bir süre hukuk okudum, ama hukuk bitmedi. Özel nedenlerle bitmedi, daha sonra iktisat fakültesini okudum, bitirdiğim okul iktisat fakültesi.
T: Buranın sahibi misiniz?
M: Yok! Değilim. Ben birkaç gündür bir arkadaşımla birlikte burdayım.
T: Kitabın geleceği var mı size göre?
M: Gelecekten kastınız Tekin Bey?

T: Gelecek dediğimiz! Yarın, daha sonraki dönem. Kitap yaşayacak mı?
M: Kesinlikle! Kesinlikle, yani biçim değiştirerek belki yaşayabileceği şeklinde iddialar var ama ben o kadar çok da biçim değiştireceğini düşünmüyorum. Elektronik ortamda çok kitap yayınlanmaya başladı, hatta kimi türlerde, bizim kağıt üzerine basılmış kitapları aştığı bile söyleniyor. Amazon geçtiğimiz ay böyle bir istatistik yayınladı ama kitap hep olacak ve ve insanlar bu kağıtlara...
T: Dokunacaklar demek ister gibi bir haliniz var...
M: Bu toza toprağa işte, dokunacaklar evet...
T: Peki Mustafa Bey, sizin ilgi alanınız.. kitap türleri içinde, diyelim ki demin söylediğiniz edebiyat tarihi.. roman..
M: Evet, başlangıcından beri romanla edebiyatla sıkı ilişkim oldu, bitmeyen bir ilişkim. Ama daha sonra bu, sosyoloji, işte toplumbilim, tarih, şimdi atbaşı gidiyor diyebilirim, yani tarih ve edebiyat olmak üzere.
T: Genç bir adam, diyor ki ‘hocam, bu kitabı anlamıyorum, nedir bu kitap’, nasıl bir tanım yapalım? Kitap nedir diye sorsalar, sizin reçetenizi alalım...
M: Haa yok! böyle bir reçete olabileceğini pek düşünmüyorum, yani bir biçimde kitapla bir bağlantı kurulur, yönelimler bir biçimde başlar, ondan sonra o yön üzerinde bir arayış olur. Yoksa!
T: Peki kitabın çekip götüren, insanı.. sizi buraya kadar getirdiğine göre, bu nedir, bu cazibe? Bu çekim, kitapta ne var da böyle, insanı rezil de ediyor vezir de ediyor? Öyle derler mi? Yani bu memlekete göre konuşuyorum da.
M: Yani, rezil eder mi bilmiyorum, haa yani belki de eder?
T: Yani insanı alıp ordan oraya sokuyorsalar...
M: Yani! Yani.. evet, evet...
T: Ben biraz absürd konuştum tabii,
M: Aa yoo, oraya.. bir yerlere sokarlar hele yanına bir dönem, bir yana kitap bir yana silah da koyuyorsanız, farklı yerlere de götürürler.
T: Yandınız... Peki, demek ki bir çekim alanı var kitapta, Thomas More muydu bu Ütopya'yı yazan, biliyorsunuz başına gelenleri.. yani bir insanı rezil de eder vezir de...
M: Haa onu kastediyorsunuz anladım. Tabii vezirken.. vezir idi, ama bir imza atmadığı için.. o tür rezillikler yaşanmıştır.
T: İmza atmadığı için kral onu giyotine gönderdi. Şimdi peki biz şöyle yapalım, kitapta nedir bu cazibe? İnsanı böyle alıp götüren birşey var.
M: Efendim, ilk başladığınızda bunu tanımlamak kolay olmaz herhalde, ama bir süre sonra belki ne olduğunu fark etmeye başlarsınız. Yani bildiğiniz tanıdığınız, elinizle dokunduğunuz gerçekliğin dışında, başka bir gerçekliğin daha olduğunu anlamaya başladığınız ortaya çıkar. İşte o gerçeklik herhalde insanı sürükleyip götürür. Yani ben böyle düşünüyorum.Fotoğraflar; Feryal Özkale Sönmez
8 Ağustos 2010 Beyoğlu, Büyükparmakkapı, İstanbul

29 Eylül 2010 Çarşamba

Kitapların arasında doğup büyümüş gibi bana izlenim veren o sese doğru yürüdüm. kitaplarla yaşayan Abdullah Bacacı ile söyleşi; Yirmi ikinci yazı

Çukurcuma denilen aşağı inişli yol. Taksim, Beyoğlu tarafı. Biraz ileride Taksim İlkyardım.. hemen sağa dönen bir sokak. Dümdüz gidince Parmakkapı’ya çıkarır sizi.

Oradan geçerken hep gördüğüm kitaplar yine orada. Bir lira tanesi. Son beş yıl, altı yıl oradan epeyce kitap kurtardım. Sonra el değiştirdi gibi. Geçende bir kitap sormak için girdim. Kitaplara eğilmiş bir gölge gördüm. Kitaplarla içli dışlı olanlarda görülen bir durum.

Karım da bazan kitapların bulunduğu yöne bakıp beni göremiyor “Orada mısın,” diye seslenince, “evet” diyorum. Ses işitince görüyor beni. Yine böyle bir durum. 'Başka kimse var mı,' dedim. Kitaplarla içselleşmiş gibi olan gölge doğruldu.'Yok! Ben varım,' dedi. Aradığım kitabı sordum.

İki elini göğsünün üstünde kenetledi. Bir süre düşünedurdu. Ben de o sırada kitap raflarına doğruldum. Aradan ne kadar zaman geçti, bilmiyorum.

Geriye döndüm, uçuk mavi tşortlu genç adam, bıraktığım yerde bir gölge gibi orada duruyordu.

'Ne oldu,' dedim. 'Ben geçici olarak buradayım,' dedi. 'İyi sonra gelirim,' dedim loş, yoğun gölgeli yerden ve kapıya yöneldim. 'Şey,' o ses arkadan , 'o kitap yokmuş,' dedi.

Geriye döndüm. Kitaplara eğilmiş gibi ilk karşılaştığım mavi tişortlu genç,öyle orada duruyordu. Kitapların arasında doğup büyümüş gibi bana izlenim veren o sese doğru yürüdüm. kitaplarla yaşayan birisi daha, işte dedim.

Tutku!Orada loş kitaplarla dolu loş aralıkta duruyordu. Onu gördüm! Kitap tutkusu... Bir doktorun, bir hastaya yönelttiği gibi bir tümce çıktı ağzımdan..Nasıl başladı, dedim. Diyalog sürdü.19 Mayıs 1977, İstanbulda doğumlu Abdullah Bacacı ile olan söyleşiyi birlikte izleyelim.
Tekin SonMez

Sevgi, içtenlik...
T: Yineledim; İlk kitap! Nasıl başladı? Nerede başladı?
A; İlk kitap.. doğrusu tanışmam çizgi romanlarla oldu. Teksas -Tommiks çizgi romanlarla başladı.
T: Kaç yaşındaydınız o zaman ve kitapları ne zaman toplamaya başladınız?
A: 11 ya da 12 yaşındaydım. Beyazıta giderdim, Beyazıt Çınaraltı’nda.. onlarla başladım, daha sonra, dayımın da çok kitapla haşır neşirliği vardı, kendisi emekli öğretmen.. onun teşvikiyle biraz İslami romanların şeyiyle ve böyle böyle başladı. Liseye kadar geldiğimde çok okuyordum, işte Türk Edebiyatı’nın birçok şeyini bitirmiştim, Reşat Nuri Güntekin, işte Halide Edip’ten tutun da.. ondan sonra toplamaya başladım işte. İlk toplamaya lise bir’di. 15 yaşındaydım.
T: İlk kitabınızı anımsıyor musunuz, topladığınız ilk kitap? T: İlk okuduğunuz kitap?
A: İlk kitabım Şeker Portakalı’ydı. İlk okuduğum kitap da...
T: Sonra ne oldu?
A: Sonra, liseden sonra kararımı verdim “sanat tarihi, üzerine eğitim alacağım,” dedim ve onunla ilgili kitaplar toplamaya başladım. Dünya edbiyatı zaten vardı bende. Acizane Osmanlıca biliyorum, işte Osmanlıca gazeteler dergiler okuyabiliyorum, onları toplamaya başladım. Dedemin yine kendi böyle küçük acizane bir kütüphanesi vardı 60-65 tane (kitap), onlardan faydalanmaya başladım.
T: Size mi kaldı onlar da?
A: Evet.. kendisi hayatta değil.
T: Babanızın babası.
A: Evet. Babamın babası, onlar bana kaldı. Dayım yine böyle birkaç, şey.. okuyamadıklarını bana verdi ve sahaflarla bu şekilde dostluğumuz, kitaplarla dostluğumuz bu şekilde başladı, Cumartesi, Pazar günleri Beyazıtta yer sergisi vardı, ordan çok alıyordum. İşte Kadıköyde, ha keza Akmar pasajının önünde orda da sergi oluyordu Pazar günleri, bu şekilde kitaplarla yaşamaya başladım...
T:Cep harçlıkları mı bunlar hep?
A: Tabii cep harçlıkları, kitapçılarla işte.. amcamın yanında.. daha doğrusu kendisi mobilya işiyle uğraştığı için onun yanında çalışıyordum, harçlığımı alıyordum.
T:Ne kadar, kaç kitabınız var şimdi?
A: Yani tam olarak saymadım ama bir dört bin civarında vardır. Bazılarını elimden çıkardım, çok böyle mükerrer olanları, çünkü çok topladım. Onları arkadaşlarıma verdim. Dergiler vardı, gazetelerin vermiş olduğu bu ekler, onları elimden çıkardım. Çünkü kendinize ait olan, mesleğinizle ilgili, onlar baki, kalıcı, ama böyle bir kan dolaşımı, bir yenilik olması lazım. Çünkü bütün yazarlarda da böyledir.
T:Evet. Kaç yaşındasınız şimdi?
A: Ben şu anda 33 yaşındayım.
T:Peki yazıyor musunuz hem de, bu arada?
A: Çok! Kendi mesleğimle alakalı şeyler.. Sanat tarihi evet.
T:Sanat tarihinde de bir dal var mı seçtiğiniz
A: Osmanlı mimarlığı. 16 yy ve 17. Yy mezar taşları ve çeşmeler, özellikle hattatlar. Çünkü kardeşim hattat, hat sanatıyla ilgileniyor. Onunla ilgili bir çalışmamız var.
T: Tek evlilik anne, baba.. Kaç kardeşsiniz?
A: Evet! Hayatta onlar. Bir kız kardeşim var.
T: Peki onların kitapla merakı var mıydı?
A: Yani onlar da okur ama böyle çok bir haşır neşirliği..
T:Neydi babanızın annenizin mesleği?
A: Babam kaynakçı, annem ev hanımı.
T: Unutamadığınız sizi izen bir kitap öyküsü oldu mu?
A: Evet! Gülün Adı adlı kitabı mesela çöpe atmışlardı, Umberto Eco nun. Ben onu çöpten aldım.. onbeş yirmi tane kitap vardı atmış böyle çöpe.. Ben onu çöpten çıkardım ve ağladım böyle.. etkilendim.. bunun gibi daha çok böyle olaylar. Çöpten kitap üç beş defa daha böyle tanık oldum. Yani maalesef kütüphanelerimiz bile atıyor.
T: Neden ağladınız ağlama ihtiyacı duydunuz? Kitabın nesi sizi ağlattı? Kitabın yazarı mı kitabın kendisi mi?
A: Değersizlik.. yıllar önce İstanbul panelinde, bir sosyolog, 'ben ağlarım,' demişti, yani onu anlatamıyorum, 'bir resim, sergisi bile açılsa ben ağlarım diye söylemişti,' onun nasıl böyle ifade edeceğim, bir his bu, bir duygu, o değersizlik, onun o çöpe atılması, hem maddi olarak değersizlik hem ona verilen bir şeyden dolayı.
T: Unutamadığınız bir başka olay, bir anı...
Birgün hiç unutmam, Beyazıttan o kadar topladım topladım.. topladım topladım o kadar, otobüse bineceğim, baktım cebimde para yok, Beyazıttan, Hasköy’de oturuyorum ben de, hiç unutmam yürüyerek gitmiştim o kitaplarla.. iki poşet elimde.. bu da bir şeydi...10 Ağustos 2010 Beyoğlu, İstanbul

Fotoğraflar; Feryal Özkale Sönmez

Boyu kadar kitap okumuş bir adam nasıl olur, 1998 Beyoğlu doğumlu İlhan Talu ile söyleşi; Yirmi birinci yazı

Sıcak Ağustos günleri, ilk haftalar.. Orada, Beyoğlu Parmakkapı aralığı sıkıştık. Karşıdan gelenler.. sağa kaçtık ve kitaplarla karşılaştık.

Sokak hemen orası. Sergi kitap.. çekiyor insanı, baktım. O sırada kalın kaşlı, yaşından beklenmeyen, erken büyümüş bir ses arkadan sokuldu. Omuzum üzerinde ses.

Gördüm, ne bir cüce ne de bir çocuk. Beş kitap rafı kadar boy! Yardım edebilir miyim? Şimdi bakın! Olacak şey değil!

Kitaplar konusunda ne bir cüce ne bir çocuk olan ses, bana yardım edecek! Nasıl! Şaşırdınız mı? Fakat yanılmayın!

Boyu kadar kitap okumuş bu adam! Burada doğmuş, büyümüş (1998) İlhan Talu. Salt kitapların değil, Kelepir adlı işyerinin de sahibi gibi davranınca durdum. Solda kalabalık kervan gibi birbirine zincirli akıntı bana sürtünerek akıp gitti, artçıları da sona erdi.

Şöyle topuğumun üstünde dönüp çevreye baktım! Burası neresi? Neredeyim, diye yüksek sesle sordum. Bilici gibi; 'Bura Büyükparmakkapı' dedi sokulan ne cüce ne çocuk.

Düzgün bir Türkçe ile diyalog böyle başladı. 1998 Beyoğlu doğumlu İlhan Talu ile söyleşiyi şimdi birlikte izleyelim.

Sevgi, içtenlik...Tekin: Buranın sahibi misiniz, yoksa burada mı çalışıyorsunuz? Kendinizi tanıtır mısınız?
İlhan: Ben İlhan Talu, 1998’de Beyoğlu’nda doğdum, burada çalışıyorum.
T: Kendi isteğinle mi buradasın İlhan? Nasıl oldu da tanıdın kitapları?
İ: Geldim! Burda çalışmaya başladım işte.
T: Buraya gelmeden önce kitap yok mu?
İ: Vardı yani okulda. Ben okuyordum yani.
T: Okulda okul kitapları vardı, okudun.. annenin, babanın da kitapları var mı? Ne iş yapıyorlar?
İ: Onlar! Onlarda yok yani. Babam avize yapıyor, annem ev hanımı.
T: Peki evinizde kitap yok! Sen kitaba nasıl ulaştın, okuduğun kitaplar! Dayı, amca, komşu.. kitap kimde var?
İ: Yok! Yok yani kitap okulda yani.. böyle...
T: Okulda! Okul olmasın! İlk okuduğun hangi serüven...
İ: Hangi kitap.. Atilla İlhan.. şiirlerini okumuştum.
T: Şimdi 12 yaşındasın ve şiirler okudun...
İ: Evet, ilkten. İlkten şiir okumaya başladım,
T: Ezberinde şiir var mı, birkaç tane dize...
İ: Yok maalesef! Yok!
T: Peki bana bir kitap söyle, tavsiye edeceğin kitap var mı?
İ: Size göre mi?
T: Senin zevk aldığın, okurken haz duyduğun bir kitap var mı? İsim olarak söylesen yeter. Aklına gelen bir kitap...
İ: Stephen King’ler falan.
T: Tamam, Stephen King, fantezi.. yazmayı düşünüyor musun İlhan?
İ: Ben şiir yazıyorum da yani.
T: Şiir.. daha sonra belki başka türlerde yazarsın! Kitabı bana tanımlar mısın.. kitap nedir? Nedir? Nasıl bir şey?
İ: Kitap işte, insanın içini ferahlatan yani. Yani, şey yani sıkıntını çözen. İşte.. hayatını değiştiren.
T: Senden büyük kardeşlerinin de kitapları var mı? Kaç yaşında en büyüğü?
İ: Evet. En büyüğü 17 yaşında ablam.
T: Onun kitaplarıyla mı başladı sendeki merak.. belki.. mi?
İ: Yok! Yani ben burda daha çok kitap okumaya başladım.
T: İstediğin kitabı alıp okuyabiliyorsun burada, onun dışında cep harçlığı da çıkıyor mu, okul harçlığı? Hangi okula gidiyorsun?
İ: Okul harçlığı çıkıyor. Taksim İlköğretim okulu, orta ikiye geçtim. Yazın burda çalışıyorum, kışın da.. okul sonrası...
T: Kitabı görünce ne hissediyorsun bir kitap gördün ne hissediyorsun senin olmasını istiyor musun? En çok eski kitaplar mı seni çekiyor yoksa yeni parlak ciltliler mi? Daha çok nesine bakıyorsun, seni çeken ne oluyor, renk mi, isim mi kitabın adı mı yazarı mı?
İ: Yazarı.. Yazarı...
T: Tanıdığın yazar isimlerinden bana verebilir misin?
İ: Aziz Nesin, Atilla İlhan.. işte.. şairlerden de söyleyim mi, Cemal Süreyya. Reşat Nuri Güntekin...
T: Bir tane daha söyle beş olsun...
İ: Şey... Halide Edip Adıvar,...
T: Bunlardan hepsinden birer tane okudun mu?
İ: Evet! Sinekli Bakkal’ı okudum.
T: İnsanlara kitap için ne mesajınız olacak İlhan?
İ: Onlar da okusunlar yani.. sıkıntılarını çözer kitap.. yani.. hayatlarını değiştirir.8 Ağustos 2010 Beyoğlu, Büyükparmakkapı, İstanbul

Fotoğraflar; Feryal Özkale Sönmez

9 Eylül 2010 Perşembe

Yıllarca beklenen kitap var ilk. Bu kitap Leyla’dır. Bu kitabı bekleyenler de Mecnun! Sayın İşli ve Sayın Akbaş ile söyleşi; Yirminci Yazı

İnsan’dan kitaba, kitaptan insana geçmek. Sahaflık işte.
Onlar bir anlamda birbirlerini arayan Leyla ile Mecnun’u bir araya getirir. Şöyle olur sahaflık. Kişinin bellek indeksi öne gelir, insandan kitaba geçilir. Bir de Leyla ile Mecnun benzetmesi..

Bir imgelem. Konu örtüşmesi kolaylığı için. Yıllarca beklenen kitap var ilk. Bu kitap Leyla’dır. Bu kitabı bekleyenler de Mecnun! Bu yana yakıla aranan kitap ortaya çıkar. Görücüsü hazır. Arayanlardan birisine verecek sahaf, bu yana yakıla aranan kitabı.

Değerli İzleyici,

Kitabı bulup ortaya çıkaran, görücü listesine göre Leylasını bekleyen, bir Mecnun’a telefon eder. Bekleyen Mecnun sayısı fazla olabilir. Neden ilk Mecnun aranır ve ilk sırayı o alır? Şu yanıt olabilir; kitaba ve sahafa iyi davranan insan.

Bu ne demektir? Sahaflık biraz da budur. Bunun yanıtını da Nedret Bey veriyor. "Evet.. çünkü niye.. o ilk arayacağımız kişi, bizim için, bizi hoşnut etmiş, bizi hiç kırmamış..”

Turkuaz'da, Sayın Akbaş ve Sayın İşli ile söyleşi sürüyor.
Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMezT.S.: Püzant Bey; ‘Bazı sahaflar kitapları satamıyorlar’ dedi. Buna girelim. Sahafla kitapçı arasında ne fark var?
P.A.: Bence çok basit! Kitapçı dediğimiz, yeni kitapları, çıkan kitapları, yeni basılan kitapları satan kişidir, piyasaya veren kişidir. Sahaf, müşterisinin, koleksiyoncunun, araştırmacının, üniversite hocasının veya talebesinin aradığı, kitapları, böyle kaynak kitaplarını bulan kişidir.
E.N.: Yani şöyle bir kategori yapabiliriz aslında. Bir kitapçı, yani yeni ve yakın dönemdeki kitapları satan alan adam, iki, ikinci el kitapçı var, yani daha böyle güncel birtakım, hani insanların okuyup sonra dışarı verdikleri, aman bunlar gitsin yer kaplamasın dedikleri ve benim demincek işte bunlar kaçta kaçı ileriye kalacak dediğim türde olan kitapları alıp satan, ikinci el kitapçı var, bir de sahaf var. Şimdi bu üç kategoride, sahaf gerçekten hem müşterisini, hem kitabı tanıyan, kitabı anlayan kitabın en azından hani tamamını okumasa bile içeriğinin ne olduğunu bilen, özetini bilen, yani o kitabı tanıyan ve o kitabın kime yarayabileceğini, kimin ihtiyacı olduğunu bilen ya da onun müşterisinin kim olduğunu tartabileceği ve dolayısıyle müşterilerini de tanıyan bir adam demek. Daha bilge bir kişilik demek.

T.S.: ‘Bilge kişilik,’ dediniz. Uzman diyebilir miyiz ona?
E.N.: Daha bilge kişilik demek.. yani işte Tekin bey, efendime söyleyim, fotoğraflı kitaptan hoşlanır deyip, haa gelenlerin içinde şöyle iki tane kitap var, onu arayalım, bunlara baksın diyebilen adam sahaf. Yoksa herkes kitapçı olabilir.
T.S.: Şöyle ki, sahaf sadece kitaptan anlamayacak, kitapla ilişkisi olan insanların listesine sahip olacak doğru mu?
E.N. -P. A.: Tabii tabii.. Tabii tabii...

T.S.: Sahaf bir indekse bakar gibi hemen gözünün önünden geçirecek.. Evet şu kitap kimin olabilir diye...
E.N. P. A.: Evet.. Tabii.
P.A.: İkinci el kitapçı dediğimiz zaten güncel kitabı yani son bir senede basılmış kitabı ucuza, kullanılmış olarak alıp satan kişidir.
T.S.: Belki bu ikinci el kitapçı kişi daha sonra sahaf olacaktır. Olamaz mı?
E.N.: Olabilir tabii kendini geliştirirse. Böyle arkadaşlarımız var. Biz geçen sene sahaf festivalini bütün, 70’e yakın sahaf dükkanı ile, sahaflar şenliği adı altında yaptık. Ama bunların yarısı da belki sizin demincek söylediğiniz gibi ikinci elcierdi. Bunlar genç çocuklardı, belki de ilerleyecek, kitapları okuyup öğrenerek sahaf olacaklar ilerde.
T.S.: Bu mesleği devam ettirecekler. Peki şöyle bir bakalım şimdi, siz demek ki kitapçı sahafı ayırıyorsunuz.. peki sadece bu kadar mı? Sahaflıkta başka bir sır yok mu?
P.A.: Sır.. sahaflık bir uzmanlık isteyen bir meslek. Muhakkak ve muhakkak uzmanlık isteyen bir meslek, koku almasını iyi bileceksiniz.
T.S.: Bu koku meselesini açık der misiniz Püzant Bey?
P.A.: Koku meselesini size şöyle izah edeyim...
E.N.: Siz bir tuşa bastınız şimdi! Şimdi bakın.. gidersiniz.. biraz evvel konuşuyordunuz ben de kulak misafiri oldum, mesela biz gideriz, ordan burdan evlerden kitaplar alırız.
T.S.: Evet.
P.A.: Şimdi efendim, tabii ki bizim bildiğimiz kişiler var. Allah onlara uzun ömürler versin.. fakat tabii ki insanların ölümlerinden sonra kitapları satılıyor, şu oluyor bu oluyor. Bize mesela bir telefon geldiği zaman, şu kişinin kitaplığı var, ne dersiniz? Biz muhakkak ve muhakkak o işe tahminle gideriz. Çünkü biliriz o kişinin ne kitaplar topladığını, ne tür kitaplar, onda neler olabileceğini ve muhakkak gideriz, ayriyeten..
T.S.: Bir de kişinin bellek indeksi önünüze geliyor, insandan kitaba geçiyorsunuz.
P.A.: Tabii, tabii. Koku dediğim zaman da, koku dediğim de şudur, o kütüphanenin içinde, Nedret de bunda hemfikir olacak herhalde, bir iki tane kitap olur. Bir ya da iki.
E.N.: Evet.. Evet..
P.A.: Çok mühim bunlar, bunları göreceksiniz. Bunların ne olduğunu bileceksiniz, bunlar zaten o işte...
T.S.: Koku dediğiniz bu mu?
P.A.: Tabii! O işte! Size pazarda para kazandıracak kitaplardır bunlar. Siz iyi bir sahafsanız, onun müşterisi zaten sizde var, bulmuşsunuz, ‘aa bu tamamdır’ dersiniz.
T.S.: Siz bir anlamda birbirlerini arayan Leyla ile Mecnun’u bir araya getiriyorsunuz.
E.N.: Evet, aynen, aynen öyle efendim.
P.A.: Kitabı bir sevgili olarak düşünün, öbürü aşık, sevgiliyle aşığı birbirine kavuşturan kişiyiz biz.
E.N.: Şöyle bir durum var, müdavim ve gerçek kitap severler, gerçek kitaba düşkün olan birtakım kitapseverler, sahafı o yüzden hoşnut tutmak zorundadırlar.
T.S.: Hoşnut tutmak! Tutsunlar ki Leylalarına kavuşsunlar değil mi?
E.N.: Evet, aynen öyle.. mesela bazen biz öyle durumlarla karşılaşırız ki, diyelim ki bir kitap var, bunun üç tane Mecnun’u var,
T.S.: Aaa, bir de şu.. durun bakalım.. iş daha da karıştı.
E.N.: Tabii! İş daha karıştı! Mesela diyelim ki işte sizin Kapadokya kitabınız, diyelim ki bu kitabın mevcudu yok ve bu kitabı üç kişi yana yakıla arıyor. Şimdi... ve biz de gittik bir eve, bu kitap o kitaplığın içinden çıktı, geldi, koyduk Püzant’la masaya.. buraya koyduk. Bizim burda ilk kimi arayacağımız.. o kişi önemli...
T.S.: Püzant Bey’in parmak bastığı nokta! Hem koku alacaksınız hem de ‘üç kişinin yana yakıla aradığı kitabı’ hangisine vereceksiniz? Hangisi Leyla’sına kavuşacak? Haa, bu çok önemli, değil mi?
E. N.: Aynen öyle, evet.. çünkü niye.. o ilk arayacağımız kişi, bizim için, bizi hoşnut etmiş, bizi hiç kırmamış..
T.S.: Size evet, iyi davranmış..
E.N.: İyi davranmış insan demek. Dolayısıyla kitap düşkününün biraz da bu tür bir şey yapması lazım.

Tekin SonMez, 23 Haziran 2010, Beyoğlu, İstanbul
Fotoğraflar; Feryal Özkale Sönmez

1 Eylül 2010 Çarşamba

Herkes neden sahaf olamaz! 'Kitapla ilk zehirlenmeyi altı yedi yaş dolaylarında yaşadığını' söyleyen Sayın Püzant Akbaş ile söyleşi; On dokuzuncu yazı

Her yazmayı bilen, her okumayı bilen arasında yeti farkı olur. Belki de bundan herkes sahaf olamaz.

Belki de bundan her kitap herkes için değildir. Yazmanın sınırları ile okumanın sınırları da benzer değildir.İyi okur fakat yazamaz. Yazar, yazar da yazdığı yazın olmaz. Okur okur da her okuduğunu, algı dağarına eşit oranda alamaz. Kitap insan ilişkisi, yeme içme ilişkisi gibi sanılır.

Değerli İzleyici,

Her insanda olan yeme içme yetisi gibi belirti verir ilk başta. Yeti için her insanın yaratılışı ile sınırlanan bir durum olmalı.

Böyle olduğu için okulu olmayan meslekler ortaya çıktı. Yazarlık gibi, okulu olmayan sahaflık mesleği söz konusudur.

Sayın Emin Nedret İşli'nin söylediği;“böyle hiç kimsenin yazmadığı çizmediği bilemediği ve kayıtlarda olmayan ama kulaktan kulağa devredilen.. ama çok ince, böyle zarif noktalara değinen birtakım bilgileri...' bu kez Sayın Püzant Akbaş ile söyleşiyoruz ve yılların deneyimi ile Nedret Bey de burada...
Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez
T; Sayın Püzant Akbaş, sizin de Emin Bey gibi hevesli yıllarda, kitapla ilgili bir maceranız oldu mu?”
P.A.: Ben istanbul doğumluyum 1949. Bu mesleğe başlamam 1983’leri bulur. Tesadüfen değil ama ondan çok daha evvel, okul yıllarında filan.. Biraz daha geriye gidelim, 16.. 15-16 yaşlarındaydım, bana hediye edilen bir kitapla başlamıştır benim, böyle eski kitaba olan ilgim alakam sevgim.. zehirlenmem..
T.S.: “Sevginin, ilginin fazlası anlamı çıkıyor bundan biraz... Siz ‘zehirlenme,’ dediniz. Nasıl oldu bu?
P.A.: Yaa hakikaten bu zehir insanın damarına girdikten sonra bir daha çıkması çok zor. Hoş ben ve Nedret, tahmin ediyorum o da aynısını düşünüyor, biz çok iyi iki ortak olduk. Yani uzun yıllardır birbirimizi tanıyoruz, 74’lü yıllardan beri..
C Sayın Akbaş.. sizin kitapla tanışmanız.. ailede, arka planda bir kitap birikimi var mı?
P. A; Var! Muhakkak var. Benim babam, rahmetli, daha doğrusu üvey babam, bayağı sıkı bir yazardı. Ermeni edebiyatında olsun, gazetecilikte olsun, ondan gelen bir alışkanlık da olmuştur bende muhakkak.
T.S.: Üvey babanızının kitaplarıyla olan serüveni anlatır mısınız? Kaç yaşındaydınız ?
P.A.: Annem ikinci evliliğini yaptığı zaman ben altı, yedi yaşlarındaydım ve doğrudan doğruya kitaba ulaştım.. adamcağızın, rahmet üstünde olsun, işlerinden dolayı bayağı büyük bir kütüphanesi vardı...
T.S.: Kitabı altı yedi yaşında, ‘bayağı büyük bir kütüphanede’ tanımışsınız. Ne şans! Bu kitaplar size mi kaldı?
P.A.: Hayır! Bana kalmadı, onun da bir kızı ve bir oğlu vardı.. ama ben yıllar içinde topladığım kitaplarla, Nedret beyin de olduğu gibi evimde.. çok güzel bir koleksiyon yaptım, kütüphanem var. Yani devamlı müracaat edebileceğim bir kütüphanem var, onlardan çok çok yararlanırım.
T.S.: İlk zehirlenme altı yedi yaş dolayları... İkinci bir zehirlenme.. kaç yaşında, nerde başladı?
P.A.: On altı, on yedi yaşındaydım herhalde, bu zehirlenme ortaokul yıllarında.. bana yılbaşında hediye edilen bir kitapla başladı ve ondan sonra da devam etti...
T.S.: Kitabı hatırlıyor musunuz?
P.A.: Hatırlıyorum tabii, Ermenice İngilizce bir lügattı bu. Tahmin ediyorum 1856 baskısı bir kitaptı.. halen de durur evimde. Yani aynen duruyor.
E.N.: Ben benimkileri sattım, ilk topladığım kitapları sattım, kurtuldum.
P.A.: Tabii ki Nedret’in burda çok doğru sözü, biz mesela, tam amatörüz ama öbür tarafımız da profesyonel olarak bakar bu işe. Çünkü bu bizim ekmeğimiz, bu bizim ailemizi geçindirdiğimiz mesleğimiz, bu kadar yıldır bunu meslek edindik. Efendime söyleyim, eğer tabiri caizse yedik içtik kitap topladık ve kendimize göre rahat bir hayat da sürdük yani.
T.S.: Bazı sahaflar kitapları satamıyorlar. Siz de iki ortak o grubun içine mi giriyorsunuz?
P.A.: Aa! Şimdi efendim bu biraz şey, sahaf dediğiniz zaman, Nedret beyin söylediklerini kabul ediyorum. Ona ilave edeceğim bir şey de var, ilişki çok mühim sahaf için. Yani biz sahafı kitapçıdan ayırıyoruz.Tekin SonMez, 23 Haziran 2010, Beyoğlu, İstanbul
Fotoğraflar; Feryal Özkale Sönmez