3 Ekim 2010 Pazar

Her kitap kendi yolunda gider ve Şeref Özsoy ile söyleşi; Yirmi beşinci yazı

Yan yana gelen harfler ve simgelerle yola çıkar her kitap. Her kitap kendi yolunda gitse de evet, bir süre konusu ile kendi yolunda gitse de sonunda ortak payda işler. 'Lüzumsuz' diyenler çıkar. Çağını yitirmiş diye bakanlar da çıkabilir.

Değişen dünyada ve farklı insanlara kaldığında, bazı kitaplar kendilerini bir çuval içinde bulur. Kitap intihar eder.

Değerli İzleyici,

Bu kitaplarla farklı ilişki kuran insanlar var. Bunlardan birisi, kendi tanımı ile “..hayatını biraz daha kitaba ve yaşamını bu noktaya getiren..” Şeref Özsoy konuğumuz bugün.

Sevgi, içtenlik...
Tekin SonMezT: Şeref Bey, Siz sahaf mısınız, kitapçı mısınız?
Ş: Şimdi aslında ben hani.. ikinci el kitap satıyorum. Şimdi hani, sahaf dediğimizde geçen görüştüğümüzde.. Emin Nedret sahaftır, Halil abi vardır, o sahaftır. Çünkü bence sahafın birkaç dil bilmesi gerekiyor, dünyaya biraz ayrı bakabilmesi gerekiyor. Osmanlıca bilmesi gerekiyor bizim kültürümüz nedeniyle. Yabancı dil dediğimiz zaman, hani bizim kültürümüzden baktığımız zaman Arapçası Farsçası giriyor işin içine. İngilizce, Fransızca, Almanca değil.
T: Sahaflık dönemlere göre ayrılır mı?
Ş: Evet, ama bununla birlikte Türk tarihi ya da bizim gerimize gitmesi gerekiyor ama benim öyle bir bilgi birkimim yok. Ben cumhuriyet dönemi kitaplarına daha hakimim. İşte hani bazı özel koleksiyonlarda.. işte ne bileyim bilimkurgu kitaplar olsun, ya da imzalı kitaplar gibi, detaylı elyazmalarında falan, bir miktar koleksiyon, bir miktar da hani o konuda daha çok birikimim var. Bir imzalı kitap dükkanı açacak olsam o zaman sahaf diyebilirim. Mesela sadece imzalı kitap satılacak olsa orada, o konuda binlerce kitabım olmuş olsa, o zaman sahaf diyebilirim kendime, ama şu an ben ikinci el kitap satıyorum. Sahaf sayılmam ama meslek olarak tabiri de bu. Ama büyüklerimizin yanında ben ikinci el kitap satıyorum deyip boynumu bükerim.
T: Yoldan geçen birisi sordu! Ne diyeceğiz? Sahaf mı?
Ş: Yani şimdi yoldan geçen bir insanla konuşurken hani, evet dışarından baktığınızda ikinci el kitap satan herkes sahaf olarak gözüküyor ama bu işin içindeki insanlar arasında ben ilk kademelerdeyim.
T: Yaşayarak kitabı betimleme diye bir konu, ‘bu alan’ dediniz, ‘bu alanda rahat ediyorum,’ dediniz. Bu alan kitaplarla olduğu için mi rahat ediyorsunuz?
Ş: Şimdi kütüp, biliyorsunuz kitabın çoğuludur, kütüphane de kitaplar. Onun için kitap değil beni etkileyen, kütüp.
T: Tekil değil, kitaplarla çoğul olma duyumu mu bu?
Ş: Tabii. Şimdi bir tane.. hep çantada birkaç tane kitap taşırım, okumaktır o. Farklıdır ama hiç okumadığım kitaplar, okumayacağım kitaplar da beni etkiliyor. Mesela felsefe kitapları bana ağır geliyor, ben felsefeyi anlamıyorum, almıyor benim kafam. Çünkü eğitimim benim, teknik eğitim almışım sekiz on yıl boyunca, farklı bir dünya felsefe benim için, ama felsefe kitapları da beni etkiliyor.
T: Edebiyat alanında özel bir dal seçimi olsa?
Ş; Edebiyat alanında özellikle şiir. Edebiyat, şiir, romanları biriktirmek, işte, hiç beğenmeyeceğim bir şairin şiir kitabı bile bende yoksa işte.. bakıp biriktiriyorum. Birkaç şiirine bakıyorum ama, ah çok kötü kitapmış bu diyebiliyorum ama o yine kütüphanemdeki yerini alıyor.
T: Kendiniz için de biriktiriyorsunuz galiba. Bu nasıl oluştu, kitapların sayısı belli mi?
Ş: Asıl işte şiir kütüphanesi de bu şekilde oluştu. Şu an sanırım beş altı bin tane şiir kitabı var. Bunların kataloglanması, şair adına göre derecelendirilip o şairlerin eksik kitaplarının toplanmasına filan gidilecek önümüzdeki dönemlerde.
T: Şeref Bey, nasıl oldu? Bir çeken mi oldu?
Ş: Yoo, yoo ben.. kendi keyfim.. daha çok çocukluğumda bana getirilen nerdeyse tek hediye kitaptı.
T:‘Nüfusa kayıtlı olarak Bünyan Kayseri,’ dediniz. Biriktirme o yıllara mı dayanıyor?
Ş: Hepsi burda, 97’den beri bu işi yapıyorum. İstanbul’da okudum, doğdum büyüdüm sayıyorum. Çok genç yaşlarda bile çok fazla kitabım vardı ve çok fazla ödünç veriyordum onları. Ama gidenler gelmiyordu, doğal olarak ve bir süre sonra bari ben bu işi yapayım dedim. Evet, gidenler gelmeyince.. bari böyle gitsin de gelmesin diyerek.. böyle bu işe giriştik.
T: Babanızın annenizin mesleği, onlar da kitapçı mı?
Ş: Yoo, annem ev hanımı, babam serbest ticaretle uğraşıyordu.
T: Sizin kitapla karşılaşmanız, ilk göz ağrısı nasıl oldu?
Ş: Benim şöyle bir avantajım vardı, ilkokula gitmeden, kapı komşumuz, benim ilkokul öğretmenim olacağı belli olan Aysel Yiğit'ti. İlkokul hocam, onun sayesinde.. işte onun çabasıyla ben okula gitmeden okuma yazma öğrenmiştim. Beşiktaş, 50. Yıl Süheyla Artam İlköğretim Okulu. Okumayı öğrendim, zaten civarımızdaki birçok arkadaş aynı durumdaydı. Aysel hocamız sayesinde ve kitap sevgisi de onun kendi kütüphanesinden bize verip okuttuğu kitaplarla bir yerlere geldi. (Sürecek)
19 Agustos 2010, Beyoğlu, Büyükparmakkapı
Fotoğraflar: Feryal Özkale Sönmez

1 Ekim 2010 Cuma

Baba ile oğul, anne ile evlat, kardeş kardeş olduğu halde, kitap gelince yol ayrılır. Örnek mi işte, Serkan Özburun ile söyleşi; Yirmi dördüncü yazı

Yol konusunda çok yazıldı. Bir de 'o yolun yolcusu,' denir Türkçede. Evet, kitap da o yolun yolcusu olur!

İki yalın anlamda böyle; a)Her kitap, kendi yolunun yalnız yolcusudur, b)Her kitap, öteki kitaplarla bir yolda düşe kalka yaşam uğraşısı verir. Konusuna göre kitap, ilgisiz öteki alanda yazılmış kitaplarla bir çuvala konulur. Oysa o kitap kendi yolunun yolcusu olmaktan başka bir yol tanımaz. Ne var ki o, bir kez kitap tanımı altında anılmıştır. Yolunu kimse sormaz bu kitabın. Yaşam, kendi yolunda yolcu olan o kitabı bir gün bir çuval içine alır.

Değerli İzleyici,

Her kitap için başlayan ortak yol ise bir ormandan geçer. Ağaç ile başlayan bir öykü, demek daha doğru. Böylece insan ağaç ilişkisi, insan kitap ilişkisine dönüşür. Bu ortaklık acılar ve sevinçlerle bir yol açar. Ortak payda nasıl ki ağaç ise, kitaplardaki öteki bir ortak payda insan olur. Yol burada çatallaşır. İnsanlar yol yol ayrılır kitaplar gibi.

Baba ile oğul, anne ile evlat, kardeş kardeş olduğu halde, kitap gelince yol ayrılır. İşte böyle; Hacıbektaş (1972) dört kardeşten üçüncüsü, kendi tanımı ile; 'yaklaşık 20 yıldır yayın dünyasında ve kitap dünyasındayım. Yedi yıldır da profesyonel anlamda kitapçılık, Sahaflık yapıyorum,' diyen Serkan Özburun söyleşini birlikte izleyelim.

Sevgi, içtenlik...
Tekin SonMez, 1 Ekim 2011, StockholmT: Serkan Bey sizi biraz önce tanıdık. Yaşamış kitaplar arasında yaşıyorsunuz. Yaşamış, gün görmüş kitaplarla soluk alıp veriyorsunuz. Türkiye’de sahaf var mı sizce?
S: Şimdi gerçek sahafın herşeyden önce bilgi donanımının sağlam olması lazım.
T: Sahaf derken.. donanım derken.. ne demek sahaf?
S: Yani kitapların biyografisini bilen insandır sahaf. Onun kimliğini çıkarabilendir, yani kimlik numarasını bilendir. Onun kafasına girer ve onunla ilgili ne lazımsa size sunar, budur sahaf. Bilgisayardan farklı tarafı da budur. Bilgisayar size hangi kitabın ne kadar basıldığını, belki şu anda o imkanlar onu da sunuyor ama, basılırken neler olduğunu, işte.. dünyada nerelerde bulunduğunu, yıpranmışlık değerini, işte.. kağıdın cinsini yani epey bi donanım ister.
T: Şöyle, şu yöne bir yol alalım, Serkan Özburun'un arkaplanında ne var ve kitap size nasıl ulaştı? Yani kitapla bu kadar ilişkili olmak nereden geliyor, annenizin babanızın kitap merakı var mıydı?
S: Yok, yani ben çiftçi bir ailenin çocuğuyum. Orta Anadolu'dan, yani belki de kitabi bilgi anlamında hiçbir bilgisi olmayan bir ailenin çocuğuyum.
T: 'Kitabi bilgisi olmayan bir aile,' dediniz. Açar mısınız?
S: Kitapla.. tabii ki.. yani, kitapla ilgili yani herhangi bir.. ömründe babam hiçbir kitap okumamıştır, annem de hiçbir kitap okumamıştır. Ben böyle bir ailenin çocuğuyum.T: Kitap konusu.. kitap size nasıl dokundu, siz ve kitap.. ilk nasıl oldu?
S: Evet, yani ilkokulda işte.. kütüphanedeki kitaplar, işte ders kitaplarımız, işte maarif takvimlerinin arkasını okuyup ezberlemeler. O yani sizin bilgiye olan merakınızla ilgili. Ama mesela benim ilk aldığım okuduğum kitap Don Kişot’tur.
T: Serkan Bey Don Kişot’u okudunuz! Nerede kaç yaşında ona dokundunuz? İlkokulda mı başladı?
S: Yani kaç! Sekiz dokuz zannediyorum, o civarda. Yani aslında bu insanın kendi içinde bir öz.
T: Okulun kütüphanesinden mi geldi?
S: Yok, satın aldım. Hacıbektaş’ta satın aldığım kitaplardan birisidir. Yani kendi paramla aldığım bir kitaptır. Belki de o günden bu güne, kitap dünyasının, bilgi dünyasının kısmen Don Kişotluğunu yaparım. Belki bir ruh, iz bırakmıştır üzerimde. Zaten belki de karşı tarafın kitaptan bu kadar yoksun oluşu... mesela babamın herkese söylediği şuydu, 'oğlum okursanız okuyun, okumazsanız okumayın, bu sizin hayatınız!' Yani mesela, ne bizi gidip okula yazdırdı ne bir gün okulumuza geldi, 'ne haliniz varsa görün' dedi. Ama benim kardeşim de televizyoncu ve yazardır, ben de öyleyim, diğer kardeşlerim de öyle. Dolayısıyla belki de ailedeki o yoksunluk bizi böyle bir arayışa itmiş olabilir diye düşünüyorum.
T: Babanız çiftçi, tarlası, bahçesi olan bir insan. Orada sürüyor yaşamı değil mi?
S: Çiftçi, evet! Hacıbektaş’ta, orda.. Hala bir kitap okumuşluğu yok, kitaplardan nefret ediyor.
T: Arada bir ziyaret ediyorsunuz.
S: Yani, öyle.. yılda bir görüşüyoruz.
T: ‘Kitaplardan nefret ediyor,’ dediniz. Bu söylenebilir mi?
S: Nefret etmese de.. şimdi tabii ki onun haklı olduğu taraflar var. Mesela bütün oğulları okumuş, üniversiteleri bitirmiş. Birkaç yabancı dil bilen çocuklara sahip ve o görüyor. Diyor ki, oğlum diyor, sizleri mutsuz görüyorum, ve bu mutsuz oluşunuzun bilgiyle bir alakası var. Yani bilgili insanların hayatta doğru tercihler yaptıklarına inanmıyor o.

19 Agustos 2010, Beyoğlu, Büyükparmakkapı
Fotoğraflar: Feryal Özkale Sönmez