27 Temmuz 2010 Salı

Sahaflıkta her kitap herkes için değildir ve ‘Sahaflık okulu yok,’ diyen Sayın Halil Bingöl ile söyleşi, 3. bölüm; On beşinci yazı

Ben diyorum ki, Sahaf, kitabı alan kişiye bakar o kişi kitap insanı mı,’ diye. 'Kitaba dost olan dünyaya dost olur,' ve Sahaflık için ‘misyon’ diyenler var. Soruyorum;‘Ne adına misyon? Kitap adına mı bilgi adına mı?’

Deniliyor ki; ‘Kitapların doğru insanlara ulaştırılması. Kitabı düzgün insanlara vermek, her kitap herkese verilmez.' iyi, güzel de ne oluyor bu blog ile? Sır alınıp burada sır veriliyor bu satırların yazarına göre. Simurg sahibi İbrahim (Yılmaz) Bey'in kulakları çınlasın! ‘Kayserilinin dediği gibi "pastırma herkese satılmaz!"

'Bu sahafık da öyle birşey, yani değerli kitapları doğru düzgün adreslere ulaştırma.. her kitabın bir değeri her kitabın gerçekten bir alıcısı var,’diyen de o. Her kuşun eti nasıl ki yenmezse, işte öyle! Her konu herkese göre değildir! Her anlatının farklı meraklısı olur. Blog konuları da böyledir. Ne oldu? Sahaf/Kitap blog da böyle oldu!

Değerli izleyici,

Kurgu öykü kitabı olduğu halde, büyü müdür nedir, Kars Platosu Öyküleri tuhaf bir şekilde canlanarak karşıma çıkıyor. Biliyorum, 'pastırma herkese satılmaz!' İlgisiz görünse de açıklama için 20 yıl öne gitmeliyim. Tengrici Şaman Oğuz boylarına bağlı ve fakat evrilme sonucu Hıristiyan Gagavuz ve Musevi Karaim olan sosyal gruplar üzerine düşünmeye başlamam 90’lı yılların başına varır.

Bu konuda sosyal bilimciler ve dilbilimcilerle karşılaşmam, konu üzerine düşünmeye başlamam, yazmam (Varlık Derg) 1990-93 yıllarıdır. Şaman Oğuz, Hıristiyan Gagavuz, Musevi Karaim sosyal gruplar neden? Kars Platosu Öyküleri’nin ilk fragmanları Kültür Senatosu’nun konuğu olduğum Berlin (1991) yaşama dönemime rastlar.

Çok dilli olma özelliği, farklı eğilimlerin, inancaların ortak doğrularla, bir arada yaşama ilkesi, Kars Platosu’nu bir coğrafya olarak tarih katları ile karşımıza çıkarıyor.

Sahaf ve kitap blog, sahaflarla söyleşilere açıldı. Bu açılım şaşırtıcı oldu! Kars Platosu Öyküleri’nde izlediğimiz konular bir bir sahne alıyor! Örnek mi dediniz? Bu blogdaki söyleşileri izliyor musunuz? İzliyorsanız, bu blogda bazı bölümleri sunulan ‘Elyazmaları’ nı anımsayın ve sahaf söyleşilerine zaman ayırın. Şimdi Sayın Halil Bingöl ile olan doğaçtan söyleşiyi bıraktığımız yerden sürdürüyoruz.

Sevgi, içtenlik...
Tekin SonMez, Stockholm 27 Temmuz 2010
T; Sahaf, çok dilli bir insandır, öyle mi?
H; Evet, dünyada basılı ve yazılı bütün lisanların ne olduğunu bileceksiniz, konuşma lisanı değil, yani, okuyup görme, çözme. Osmanlıca’yı kesinlikle bileceksiniz, Arap harfleriyle Türkçeyi. Eee, Latin harfleriyle Türkçe şimdi konuşulur, bir de Grek harfleriyle Türkçe var.
T;Var mı?
H; Karamanlıca dediğimiz...
T; Karamanlıca! Grek abecesi ile Türkçe mi?
H; Tabii! Karamanlı’da oturan, Rum, Türk-Rum diyelim, Hıristiyan Türkler’in konuştukları, evet, okudukları yazdıkları lisan, Türkçe okuyorlar, Türkçe yazıyorlar, ama Arap harfleriylen değil, Latin harfleriylen de değil...
T; Bir de Ermeni alfabesi ile olanlar var.
H; Var! O da Anadolu Ermenileri, Anadolu Türk’ü.
T; Onlar da Gregoryen ruhanilğine girmiş Türkler...
H; Evet, onu kabul etmiş, ama Ermenice’yi bilmiyor, ama Ermeni harflerini biliyor, o kadar. Ermeni alfabesini Türkçeye çevirmiş.
T; Böyle şeyler bu tür kitaplar geliyor mu?
H; Türkçeden başka dil de bilmiyor...
T; Türkçeden başka dil de bilmiyor, ama o alfabeyi biliyor.
H; Evet! Sahaf iseniz bunları bileceksiniz!
T; Tamam! Bunları da bileceksiniz! Böyle kaç dil var Anadolu’da örneğin; Süryani abecesi ile Tükçe, Ermeni abecesi ile Türkçe, Ermeni abecesi ile Oğuzca, Latin abecesi ile yine Oğuzca, İbrani abecesi ile Türkçe…
H; Süryani alfabesiyle Tükçe var...
T; Var mı?
H; Var! İbrani alfabesiyle Türkçe var. Tarih Toplum’un ilk sayılarında, seri halinde makaleler olarak yayınlandı.
T; Tarih ve Toplum, sizde var mı o sayılar?
H; Şu anda bendekiler, yukarıda birkaç sayısı olabilir ama şu anda bulamam yani. Ama Tarih Toplum’un ilk sayılarından itibaren bu seri olarak yayınlandı artı bir de çok enteresandır, Ermeni harfleriyle Kürtçe yazanlar var Anadolu’da. 1865 yılında Kayaoğlu matbaasında basılmış bir tane İncil elimize geçti. Ve sattık, ama birinci sayfasının kopisini aldık, sattığımız kişiden müsaade alarak.
T; Yani Türkçe ya da Oğuz Türkçesiyle fakat Ermeni alfabesiyle inciller de var mı?
H; Var onlar çok bulunur onlar birşey değil. Özellikle İstanbul’da basılmıştır, genellikle.
T; Onu nasıl anlayacağız, Oğuz Türkçesi olduğunu?
H; Ermeni harflerini bilmeniz lazım.
T; Evet! Ermeni harflerini bilmemiz lazım!
H; Alfabenin abecesini bileceksiniz, Grek alfabesinin abecesini bileceksiniz, Bunlar basittir ama İbrani alfabesi zor. O biraz zor, ona ben epey uğraştım, hala tam biliyorum diyemiyorum.
T; O zaman İbrani alfabesiyle Türkçe...
H; Türkçe var, şeydeki.. Kırım’daki,
T; Tevrat da var mı?
H; Tabii var, şeyde, Kırım’daki...
T; Hazara kökenliler mi onlar?
H; Evet! Şey, Karatay’lar. Tabii tabii varlar şu anda... Karataylar şu anda okuyup yazıyorlar, Türklüğünden vazgeçmiyor, efendim bakın burda çok önemli bir şey var.
T; Türklüğünden vaz geçmiyor fakar İbranice...
H; Ben Türküm diyor, benim okuduğum lisan Türkçe diyor, ben Türkçeyi bilirim Türkçe ama Karadeniz ağzınlan konuşuyor, Tatar ağzınlan konuşuyor, Anadolu ağzınlan konuşuyor, İstanbul ağzınlan konuşuyor, onlar önemli değil, ısrarlan ben diyor Türküm, Türkçeden başka bir dil bilmiyorum, haa ne biliyorum, ben hangi harfleri biliyorum, haa ben Ermeni alfabesini biliyorum, Ermeni harfleriyle okuyup yazıyor Türkçeyi. Niye, ben Ortodoks’um diyor, Grek alfabesini biliyor, Grek alfabesiyle okuyup yazıyor, ben diyor müslümanım diyor, Arap harfleriyle okuyup yazıyor, ben diyor işte harf devriminden sonra Latin harfleriyle okuyup yazacağım diyor, Latin harfleriyle Türkçe yazıyor.' (SÜRECEK)

Aralık 2009, İstanbul, Beyoğlu, Galatasaray.

26 Temmuz 2010 Pazartesi

Orhan Veli, Kemal Tahir, Orhan Kemal kitapları nasıl imzalar ve Sayın Halil Bingöl ile söyleşi, 2. bölüm; On dördüncü yazı

Karşımızda, 1947 Eyüp doğumlu Halil Bingöl. Galatasaray Aslıhan pasajı ikinci katta, dükkanın önünde Bülent Ecevit afişi durur. Hemen kapı yanlarında tanıdığınız başka fotoğraflar. İçeri girince yine tanıdık yüzler görünür. Onlarla yaşar, soluk alıp verir Halil Bey.

Çokluk kapının önünde oturur Halil Bey. Pasaj aralığına girince, kapının önüne attığı iskemle ve masa gözünüze çarpar. Masa üstü kutular içinde fotoğraflar bulunur. Halil Bey ceket yerine, içi miflonlu bir yelek giyer çoklukla. Kitaplar arasında yaşamını sürdürmekle mutlu olan seçkin insanlardandır. Kitap onun geçim yolu, geçim kaynağı değildir, izlenimi verir.

Fakat alıcısı gelen kitabı esirgemez, üçe beşe bakmaz verir. Kitabı alan kişiye bakar, o kişi kitap insanı mı, diye.

Kitap insanı, da olur mu, diye sormayın! Kitap insanı okur, ona göre. Üç aşağı beş yukarı para bundan sonra gelir. Aşağıdaki bölümde dönen kitaplardan söz ettik. Soru, yanıt tarzında değil de sözü bir yerinden çekip gittik.

Aşağıdaki doğaçtan söyleşi, karşılıklı doğaçtan diyalog kulvarında akıp giden sözcükleridir. Çoğu kısa, kimileyin tek sözcükle imlenen diyaloglar... Bu biraz da Halil Bey'dir...
Sevgi, İçtenlik...

Tekin SonMez, Stockholm 26 Temmuz 2010 T;Öyle dönen 'geriye dönen kitaplar' olur mu Halil Bey?
H;Var tabii.
T;Adını hatırlıyor musunuz bazı kitapların?
H;Bir tanesi; Ahmet Bedevi Kuran’ın 'İnkilap Tarihimiz ve Jön Türkler,' diye bir kitabı vardı.
T;Bu kitap geriye mi döndü?
H;O kitap, onu iyi hatırlıyorum.
T;Yıllar sonra...
H;Yıllar sonra döndü. Ondan sonra bir kere de bir kitap döndü o da çok enteresan. İçine yazmış, alan kişi “1942 yılında ben bu kitabı sahaflar çarşısından aldım,” demiş. Gene bize geldi o, yıllar sonra, biz de oraya bir not koyduk. “Bu kitap 1942 yılında bu çarşıdan çıkmıştır, şimdi buraya bir not düşüyoruz, tekrar bu çarşıya gelmiştir, bundan sonra tekrar ne zaman geleceği meçhuldür,” diye bir yazı yazdık.
T;Yazdınız!
H;Ve satıldı, gitti. Ne zaman nerde çıkacak belli değil.
T;Buralarda mı satıldı?
H;Hayır Beyazıy’ta, burda olmadı.
T;Yaşayan yazarların kitapları mı daha çok aranıyor sizde?
H;Bizim sattığımız kitapların yazarları genelde yaşamayanlar. Bizde en çok, bende çok iz bırakan, Kemal Tahir ile Orhan Veli’dir. Orhan Veli’nin imzalı kitapları birer ağlama ve hüsran ve çok değişik hisler verir. O imzalar kitabı, çok nadir çıkar imzası, muhakkak altına bir dörtlük indirir. Muhakkak ama, genelde hep öyledir. Veyahutta öyle sözler koyar ki oraya, öyle sözler yazar ki insanı hüzünlendirir. Kemal Tahir sadece kuru bir saygılarımla diye geçer, genelde yıl tarihini atar; tarih, gün tarihini vermez.
T; Kemal Tahir, gün tarihini vermez mi?
H;Hayır! Ama Orhan Veli ve Orhan Kemal çok açık seçik net yazarlar. Ondan sonra çok değişik şeyler oluyor tabii. Kimisi, mesela bir Halit Ziya Uşaklıgil’in zannediyorum kitabını sattık, Profesör Doktor Haluk Oral’a, o imzalı kitap toplar. Bir tanesini de Osman diye imzalamış, birisine ithaflı göndermiş, kitabı her ne suretle bir sahafta bulmuş tekrardan, çok kısa bir süre sonra.
T;Kendi imzaladığı kitabı sahafta buluyor Haluk Oral!
H;Evet! Altına tekrar not düşmüş; "Ben bu kitabı imzaladım ama bu kitabı taşıyacak nitelikte bir insan değilmiş," mealinde, ikinci bir önsöz ve imza yazmış, tekrardan satılmış kitap. Bu şeydedir.. bu kitap, ben biraz detayını kaldırayım dedim, Tarih ve Toplum Dergisi zannedersem bu konuda bir yazı da yayınladı. Prof Dr Haluk Oral, Boğaziçi Üniversitesinde Matematik profesörüdür. O kitap onda, o kitabı ona biz sattık, çok enteresan da bir öyküsü var o kitabın, o öyküyü de zannedersem yayınladı. Bir de bu kitapların bir öyküsü daha var yani, gezme öyküsü var.
T;Bunu da anlatalım biraz Halil Bey.
H;Evet, şöyle ki, bir tarihte gene turistlerden Katmandu’yla ilgili, Katmandu’yu anlatan İngilizce bir kitap aldık, ikici el. Kitabın içini açtık, kitap Katmandu’da bir kitap satıcısının oteldeki kitap satıcısının damgasını taşıyor, Katmandu’dan kalkmış bize gelmiş.
T;İngilizce bir kitap, Katmandu’dan!
H;Evet! İngilizce, Katmandu’yu anlatıyor, altında bir kaşe! Bizim de ufak kaşemiz var, hani kitaplıklarda bastığımız kaşe, bazı kitaplara basılır, ufacık, ufacık bir şey vardır. Kaşeyi koyduk vitrine koyduk kitabı, o gün satıldı, Katmandu’dan İstanbul’a geldi, İstanbul’dan artık nereye gitti bilmiyorum.
T;Kitapaların bir de böyle özel yaşam öyküleri var demek.
H;Evet, bir de Fransızca bir kitap, zannedersem kozmetikle ilgil bir kitaptı, Fransızca bir kitap, kitap Tunus’ta basılmış Tunuslu bir kitapçının elinden geçmiş, 1933 baskısı, Tunus’tan İskenderiye’ye gitmiş, İskenderiye’de kitapçının damgası var, oradan Rusya’ya geçmiş, Rusya’daki bir kitapçının damgasını yemiş, ordan bize geldi. Biz de hemen ona güzel, ufak bir damga vurduk sattık. Fransızca bir kitap. Onun için o kitabı hiç unutamıyorum.
T; Bize üç tane sahaf adı verir misiniz, bugün yaşayan, sonra da sahaflığı bize anlatın, sahaflık nedir?
H; Şu anda Turkuaz Kitabevi var, burda Emir Nevruz Sokak’ta, İstiklal Caddesinde. Nedret bey ve o rtağıgerçek sahaflardandır herşey var onlarda.
T; Sahaflık nedir Halil Bey?
H; Sahaflık, şöyle diyelim, sahaflık kitabın eski kitabın alimi demek, bu ne demek, açalım, eski bir kitabı eline aldığı zaman bu kitabın kaç yılında basıldığını görecektir. Genelde bizim yabancı kitaplar 1600’lü yıllar, 1500’lü yıllar hepsi romen rakamıyla, ilkokul dördüncü sınıfta bunu öğretirler.
T;Hangi yıllar dediniz?
H;1600’lü yıllar. 1500’lü yıllar...
T;Latince yani, Latin harfleri..
H;Latince, Grekçe, Almaca, Fransızca, genelde bu kitapların hepsinin doğum tarihleri romen rakamıyladır. En basitinden romen rakamlarını bileceksiniz. Mesela mcdd bilmem ne falan filan, bunu okuyacaksınız ki bu kitabın doğum tarihini bileceksiniz çok önemli. Bunu takiben, o kitabın Latince mi, Rumca mı, Ermenice mi, Gürcüce mi, Rusça mı, Bulgarca mı olduğunu tayin edeceksiniz, artı bu kitabın neden bahsettiğini tayin edeceksiniz. İçindekilerin ne olduğunu bilmeniz lazım. Onu müşteriye satarken, içinde böyle böyle şeyler olduğunu, bu bilgileri kapsadığını, bunun sizin araştırma konunuza dahil olduğunu, bu kitaptan faydalanmanız gerektiğini, veyahutta en azından bu kitabı görüp kaynaklarınıza eklemenizi diye bizim onu yönlendirmemiz lazım. (SÜRECEK)

Aralık 2009, İstanbul, Beyoğlu, Galatasaray.