30 Nisan 2010 Cuma

Elyazmaları bölüm IV, öykü, İnsanlar değiştikçe, kitaplar değişir.. kitaplar değiştikçe insanlar; Onuncu yazı


'Kuraklık geldiği zaman, pekçok kitap, göçmen kuşlar gibi daha uygun hayat koşullarının olduğu yerlere gider ve kitap kolonilerini orada kurarlar, diye bir tümceyi okuduğumda, ergenlik yaşıma basmıştım.

'Uygun iklimlerde yeni kurulan kitap kolonileri için Avrupa topraklarına giden kitapların, bir süre sonra geriye dönmediklerini de duydum. İklimler, insanlar ve kitaplar arasındaki bağıntıyı daha sonra öğrendim.'

Değerli İzleyici,

Kitabın tansık olduğu söylendi! Erken, çok erken tarih öncesi yüzyıllarda insan daha nesnel arayışlarla kendine döndü. İnsanın kendine dönüşü yazma eylemi ile başlar. Kitap bu çağlarda, bu nedenle tansık olarak algı dagarına girdi. Kitap neden korkutur insanları? Kitap nasıl mutlu eder insanları? Tansık olma biraz da bu mudur? Bir yanı korku bir yanı mutluluk veren duyum nedir?

Yazmayarak kendinden kaçan insanla, yazarak kendisine dönme uğraşısı arasında sürdü tüm çekişme. Kitap ile yirmi dört saat yüz yüze el ele yaşayan insanlar var. Korku çağları boyunca kitap varlıksal gücünü bu insana verebildi. Bu nasıl oldu? Bu şöyle oldu; Kitabı nesnel bir zenginlik odağı gibi algı dağarında taşıyan insan ortaya çıktı.

Teknolojik yıkım tehditi karşısında o insan bugün yine var. Yazmanın yeni yollarını arayan da o. Şimdi 'Elyazmaları' adlı öykümüze dönelim ve bıraktığımız yerden izleyelim.
Sevgi, İçtenlik...

Tekin SonMez, 30 Nisan 10'O yıl bir sabah annem/babam oda eşiklerinden içeriye adım atarak başlattıkları gezintiden öncekuraklık haberi geldi.

'Annem ve babam oldukları yerde mıhlanır gibi durakaldılar.

'Hiç unutmuyorum! Bana, “aslan oğlum, sen gücün yettiği kadar odanın eşiği önüne yaklaş ve içeriye gir bir adım at ve onlara, günaydın de. Senin sesini ve senin ayak seslerini işitsinler senin insan kokunu alsınlar, ve ‘insanlar biz kitapları terk etmedi,’ desinler birbirlerine.

'Hadi aslan oğlum! Göreyim seni,” dedi annem ve kıçıma bir şaplak attı. Ben, seğirtmeye başlamıştım ki, babam arkamdan: “Kaç tane odanın eşiğinden içeriye girersen, o odaların hükümdarı sen olacaksın,” dedi.

'Ardından annem, “biz, kuraklık üzerine çıkan havadisleri öğrenip koşarak geriye döneceğiz,” dedi.

'Ben durmadan koşuyordum ve bir oda ile eşik arasında atlamak için bocaladığım zaman, sanki birileri beni alıp içeriye hoplatıyordu. Bu kez ben, geriye dönüp uzun bir koridora çıkıyor ve bir sonraki oda ile eşik arasındaki yerde duruyordum ve birileri beni içeriye hop bırakıyordu.

'Bu, acaba, kitaplardan yayılan enerji olmasındı, diye daha sonraları düşünmeye başladım.

'Kaç odayı bu şekilde dolaştığımı bugün de bilmiyorum. Annem ve babam kanter içinde geriye döndükleri zaman, odaların pek çoğu henüz sabah uyanma törenini yaşamamıştı ve bu nedenle her ikisi de sinirliydi.

'Hızla öteki koridorlara daldılar ve böylece kitaplarla döşeli evimiz bir yıkımım kıyısından döndü. Kitaplardan fire verme konusunda annem ve babam o gün kuşkulu, tasalı konuştuydular. Kuraklık ise söylendiği kadar değildi.

'Kitaplar kuraklıktan hoşlanmazlarmış...

'Kuraklık geldiği zaman, pekçok kitap, göçmen kuşlar gibi daha uygun hayat koşullarının olduğu yerlere gider ve kitap kolonilerini orada kurarlar, diye bir tümceyi okuduğumda, ergenlik yaşıma basmıştım.

'Uygun iklimlerde yeni kurulan kitap kolonileri için Avrupa topraklarına giden kitapların, bir süre sonra geriye dönmediklerini de duydum. İklimler, insanlar ve kitaplar arasındaki bağıntıyı daha sonra öğrendim.

'O yıl annem ve babam, erken giden kışın ardı sıra açılan kitap pazarından çok yüklü kitaplar aldılar. Bunların büyük bir bölümü Doğu’dan geldi.

'Beş yıl önce ısmarlanan elyazmaları ve bir bölümü taşbaskı olduğu için her ikisi de çok heyecanlıydı. Hangi dilde yazıldıklarını sorsanız söyleyemem. Dünyanın ilk dilleri, ilk alfabeleri neyse onlar da o dillerle yazılmış olmalılar.'

Elyazmaları, Tekin SonMez, Kars Platosu Öyküleri, NİS Media Ya, ilk bası 2004, İst.

29 Nisan 2010 Perşembe

Sahaf, kitap.. Kitaplar öldürülmesin ve yaşasın ve Sayın Selma Güner ile söyleşi; Dokuzuncu yazı

Kitaplarla ilgili giz peşinde değilim. Kitaplar çocuklar gibi doğar, insanlar gibi büyür, tüm canlılar gibi yaşlanır ve doğal ölürler.

Bazı kitaplar tehlikeli sayılır, öldürülür. Ne olursa olsun kitap öldürmenin çeşitli yolları vardır. Çağlar boyu, insan hem kitap yazmış hem de o kitabı hemen orada öldürmek istemiş.

Kitap neden öldürülmeli? Yazıldıktan sonra neden öldürülmek istenir kitap?
Kimileyin yazarı neden olur! Salt o ad nedeniyle kitap ölüme mahkum olur. Kimileyin bir dil o kitap için ölüm fermanı getirir. Bazı dillerde kitap yazılması, yaygınlaşması yüzlerce yıl düşünülmez. Türkçe de bunlardan birisidir.

Değerli İzleyici,

Latin abacesi yazılım kulvarına girince Türkce coşmuş, kitleselleşmiş sonunda bu dil nedeniyle Nobel Edebiyat Ödülü de bu dille yazan bir yazara verilmiş. Bu kadar kısa sürede yazılımıyla kitleselleşen süreç hızı hiç bir dilde yok.

Kitap - sahaf söyleşileri ile yukarıdaki açılardan da konulara değinme olanağı ortaya çıkacak. Bugünkü konuğumuz bir felsefeci. Selma Güner otuz yıl öğretmenlik yapmış. Işık Lisesi, İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü mezunu. Macit Gökberk, Nermi Uygur'u öğrencilik yılllarında tanımış Rauf Mutluay öğretmeni olmuş. Şimdi söyleşiyi birlikte izliyoruz.
Sevgi, İçtenlik...

Tekin SonMez, 29 Nisan 2010SORU;Sayın Selma Güner, kitap size nasıl ulaştı anımsıyor musunuz? Yoksa siz de bir kitap ortamına mı doğdunuz?
YANIT; Okuduğum okullar açısından düşünecek olursak kitap ortamında doğduğum söylenebilir. Babam eski pilot makinist mektebi mezunlarıdandı, annem Dame de Sion mezunuydu, bu nedenle kitapla yakından tanışma fırsatını buldum. Ortaokul yıllarında, bir arkadaştan bir bavul kitap getirdiğimi, kardeşimle birlikte okuduğumu hatırlıyorum.

SORU; Kitaplar sizde derin iz bırakmış ki, Doğa Kitabevi kuruldu. Nasıl oldu evden kitaplar geldi mi buraya?
YANIT; Hayır böyle birşey olmadı. 1980’li yıllardı başlarken kitap yoktu, zamanla oluşturdum. Evden kitap getirmedim.

SORU; Sayın Güner, sahaflık, sahaf nasıl bir duygu bu?
YANIT; Aslında gerçek sahaf nedir sorusunu sormak gerekli. Bunu bende veya diğer arkadaşlarda bulabilir miyiz diye de bu soruyu devam ettirmeli. Gerçek sahaf, birden fazla dil bilen, yani Osmanlıca’yı bilen, Farsça’yı bilen, Rumca’yı, Ermenice’yi bilen kişidir. Bizde daha çok, ikinci el kitaplar var, bu arada tabii ki tarihi değeri olan belgeler ve eski kitaplar, resimlerden de söz edebiliyoruz.

SORU; Saydığınız ölçeklerde sahaf var mı Türkiye’de?
YANIT; Ben, bildiğim kadarıyla olmadığını düşünüyorum, ama bu varolmadığını göstermiyor. Benim bakış açımın dışında var olan insanlardan da söz edilebilir.

SORU; Hangi dilde eski kitaplar soruluyor daha çok?
YANIT; Eski resimlerden, İnönü’nün veya Mustafa Kemal Atatürk’ün resimlerinden veya eski gazetelerden söz edebiliriz. Müzik alanında plaklardan, sinema tarihi açısından da afişlerdenlerden söz edebiliyoruz.

SORU; Kitap yirmi yıl önceki kadar tehlikeli mi sizce?
YANIT; Bugün için böyle bir olayla hiçbir arkadaş karşılaşmadı. Tabii ki yasal olmayan nitelikte basılan korsan kitaplar açısından düşünülürse bu olabilir.

SORU;Her gün gelenler.. artıyor mu azalıyor mu sayıları?
YANIT; Öğrenciler okumaları gerekli kitapaları, sinema araştıranlar, akademisyenler meslek ilgili olanları soruyorlar; sohbet etmek isteyenler çıkıyor. Bence yeterli değil sayı. Galatasaray’da bir Taksim Gezi’de iki kez Sahaflar Festivali yapıldı ve bu handa yansıması görüldü.

SORU; Ben de ona gelecektim girişim olarak iyi mi?.
YANIT; İlk adım olarak evet ama, sonuçlarına bakalım, şu an sahafların dernek açısından yapısallaşmışlığı yok. En azından Beyoğlu sahafları olarak, otuz dükkan çevremizde birçok sahaf olarak toplanmış arkadaşlarla birlikte sayısı artan kitabevlerinden söz ediyoruz. Onların bir araya gelerek bir dernek kurulma atılımı yapmaları gerekiyor. Bu derneğin bir lokale sahip olması, orada müzayede yapılması, önemli kitapların teşhir edilebilmesi iyi olur. Ben müzeden çok işlevi olan hareketli bir yer düşünüyorum.

SORU; Bir dernek şemsiyesi altında bunun işlevi nedir?
YANIT; İşlevsel olarak öğrencilerin akademisyenlerin şairlerin yazarların gelebileceği, imza günlerinin konuşma günlerinin seminerlerin panellerin düzenlenebileceği bir yer.

SORU; Genç kuşağa kitap severlere mesajınız nedir?
YANIT; Şöyle söyleyim, belki varoluşçu felsefe açısından bakayım, insan kendi varlığını kendisi var eder. Bu varoluşta da kitabın yeri mutlaka olmalıdır.

Aralık 2009, İstanbul, Beyoğlu, Galatasaray.

26 Nisan 2010 Pazartesi

Sahaflar kitapçılar... 1918'de kurulan, Türkiye'nin en eski kitabevi Kohen ve Sayın Sapan ile söyleşi; Sekizinci yazı

Kitapevi sahaf nedir, ne değildir ve ikisi arasında oluşan bağ, bağlantı nedir diye düşünerek, Kohen Kitabevi’ne hızlı bir ziyarette bulundum. Tünel Geçidi diye de bilinen bu duygu yükü ile dolu ortamda, hep ilgimi çekerdi vitrini ile Kohen Kitabevi nedense.

Böyle bir kitabevi ortamında, kitaplara yakın çok yakın doğup büyümeyi hayal ederdim, o koşullarda varoluşma düşü sarardı bir yazar olarak zihnimi. Vitrine bakar kalırdım. İçeride kimseler olmazdı. Yıllar yılı bu böyle sürdü.

Değerli İzleyici,

Kitaplarla ilgili bir giz peşinde değildim. Kitabevinin doğum yılı idi benim için önemli olan. Şöyle ki, çok eskilerden bir hava dolardı içime vitrine bakar orada kalırdım. Yeni kuşak sorumlu yönetmen Sayın Sapan ile tanıştım sonunda.

Bugün dünyanın pekçok bölgesinde görev yüklenen bir kuşak temsilcisi Albert Bey ve bu kuşağın elde ettiği becerilerle donanmış durumda. Bu becerilerin başında dil çeşitliliği var. Dünyayı çok dil bilenler yönetiyor, diye düşünebiliriz. Konuştuğu diller Fransızca, İngilizce, İspanyolca, İbranice.. ve Türkçe okuyup yazıyor. Marmara Üniversitesi İşletme Fakültesini bitiriyor. Çok dil bilmenin bir faydası da kitaplar konusunda ortaya çıkıyor.

Çok dil bilmek dünyayı yönetmek için yeterli ise, çok dilde yayınlanan kitap konusu ne olacak? Yüzyıllardan bu yana yine inanılmaz sayıda dil ve çeşit türleriyle varolan kitaplar ne olacak? Dünyayı mistik kitap gücü mü yönetiyor diye içinizden geçiredurun ben kitabevinin kapısından içeri girdim bile. Şimdi Sayın Sapan ile olan söyleşiyi izleyelim.
Sevgi İçtenlik...

Tekin SonMez, Stockhom 26 Nisan 2010SORU; Sayın Albert Sapan, nasıl oldu da bunca dil öğrendikten sonra siz, bu kitapların arasına döndünüz?
YANIT; Kitaplarla zaten hep beraberdim, 12-13 yaşından beri dükkana gelir giderdim. O zamanlardan beri kitap...

SORU; Ben de ona girmek istiyorum, yani kitapla nasıl oldu tamamiyle arka planda ailenizin kitapla olan bağlantısı mı?
YANIT; Elbette öyle oldu, şimdi kitaptan daha çok.. esasında artık bizim branşımız değişti, daha çok moda dergileri ithal ediyoruz. Evet! Güncel modayı takip eden modaevlerine ve stilistlere yönelik, profesyonel çizim ve tasarım kitapları, dergileri güncel modayı takip edenlere yönelik bir branş.

SORU; '12-13 yaşından beri ben dükkana gelir giderdim,’ dediniz. Elinize ilk kitap.. hangi kitaplar elinize geldi?
YANIT; Kitaplar hep vardı, kitaplar da vardı ama benim ilgimi kitaplarla beraber, (çünkü çok eski bir firma olduğumuz için) dergi bölümü de dikkatimi çekti. 1975’den 1980’den beri dergi ithalatı yapıyoruz.

SORU; Böyle bir atmosferde kitapların yanında çokluk solgun ve öksüz çocukları çağrıştıran dergilere ilgi duymuşsunuz. Daha doğrusu o yıllara ve onlara yetiştiniz, diyebilir miyim? Bunların arasında ilk kitap hangisi oldu?
YANIT; Yetiştim, o zamandan itibaren de dergi, hatta bu dergileri.. işte.. kolumun altına alıp pazarlamaya başlamıştım.

SORU; İlk okuduğunuz, unutmadığınız anısı olan kitap ‘İki Çocuğun Devri Alemi’ ya ‘Jules Verne’ olabilir mi?
YANIT; Jules Verne idi. İlk ona başladım. İlk önce oydu benim dikkatimi çeken, ondan sonra çok imkanlarım olduğu için burda.. ben.. bir de ben Fransız okulunda okuduğum için.. çünkü sürekli yabancı dilde kitaplar vardı daha çok.. yani Türkçe kitaplarımız yoktu. Bizim okullarımızın ve bütün Fransız okullarının kitaplarını biz temin ederdik. Evet, okul kitaplarının tümünü biz getirirdik, Fransa’dan.. biz getirirdik onlara verirdik. Hatta okullara gidip kolileri orda açardık, yani ben küçük yaşta bunları yapardım.

SORU; Sizi ağlatan, sevindiren, güldüren kitap oldu mu?
YANIT; Şu an aklıma gelen Jules Verne’den çok etkilendim.

SORU; Kitabın kendi evrilmesi.. Günümüzde kitapla o dönemdeki kitap arasında bir fark var mı?
YANIT; Kesinlikle var, o zamanlar sanki biraz daha insanların hayal gücünü çalıştırmasına yönelik kitaplar daha fazlaydı gibime geliyor. Şimdi herşeyin ulaşımı daha kolay, her türlü bilgiye çok daha rahat ulaşabiliyorsunuz. Bilgileri kitaplardan almak daha iyiydi. Şimdi televizyon, internet.. hatırlarım, babam eve Cumhuriyet Ansiklopedisi almıştı. Hepsini birden de getirmemişti, hergün ikişer ikişer getirebiliyordu, taşıyamıyordu ağırdı. Ben onu her gün evde karşılar, büyük bir heyecanla bakar, içini karıştırırdım.

SORU;O yaştaki heyecan şimdiki çocuklarda yok mu?
YANIT; İlkokuldaydım on yaşında filandım. Yani onu karıştırmak bile büyük bir heyecandı, artık ansiklopedilerin hiçbir kıymeti kalmadı, çocuklar bakmıyorlar bile.

SORU; Sahaflık sözü size nasıl bir imge çağrıştırıyor?
YANIT; Sahaflar daha çok eski ikinci el kitaplar, kullanılmış kitapları satanlar. Biz kendimizi sahaf olarak görmüyoruz, çünkü bizde ikinci el kitap yok hiçbir zaman. Biz çok eski kurulmuş olan bir firmayız, eskiden kalmış, satılmamış olanlar var. Yoksa okunmuşlar vesaireler falan değil. Fakat babam, hatırlıyorum bana söylüyordu mesela bazı koleksiyonerlerin şeyleri, kütüphaneleri oluyordu, onlara gidip satın alıyorlardı. Onların komple satın aldıkları şeyler oluyordu öyle imkanları vardı o zamanlar.

SORU; Sahaf olma kriteri nedir, herkes sahaf olabilir mi?
YANIT; Şöyle söyleyim, bilgisi olması şart ben kendimi sahaf olarak görmüyorum. Sahaflık başlı başına bir zenaat. Babam eski kitaptan anlar, Osmanlıca’dan bakar söyler, 'bu kitabın kıymeti budur,' der. Bir de bu hırsızlık olaylarından sonra sahaflık biraz daha tehlikeli birşey oldu mesela..

SORU; Kitap tehlikeli sayılır da, 'tehlike' dediniz, nasıl?
YANIT; İşte bazı eski sinagoglara girip Tevrat çalıyorlar, sayfalarını sayfa sayfa satmaya kalkıyorlar veya çalınmış altın yazılı Kuran olabiliyor, yani biraz daha riskli oldu denebilir. Eski kitapları, çok eski kitapları alıp satmak daha riskli oldu ve eski kitaplar artık bulunmuyor zaten. Bulunmuyor, ben hatırlıyorum mesela gravür kitapları getirirlerdi babama, onlardan vardı, onlar çok azaldı.

SORU; Karamsar bir tablo içinde kitabın geleceği var mı?
YANIT; Bence günden güne azalıyor. İnternetin bilgisayarın gelişmesiyle kitaplar cep telefonlarına girdi çok pratikleşti, sayfa çevirip kitap okumak insanlara külfetli geliyor.

SORU; Kitapsever yeni kuşaklara mesajınız ne olsun?
YANIT; Şimdi kitap kokusu farklı bir şey. Kitabın içindekini hissetmek kitapları okumak, onu elinize almak o apayrı bir şey. Yeni nesil.. kızlarımı eğittiğimi zannediyorum, onlar çok kitap okuyorlar fakat onların çocuklarının okuyacaklarını sanmıyorum. Yeni kitapçılık da farklı bir şey olacak. İşte.. kendi bilgisayarınızı götüreceksiniz kitapçıya, kitapçı yükleyecek ona, ordan okuyacaksınız, öyle olacak.

SORU; Çok küçük yaşta ellerine kitap mı verdiniz?
YANIT; Evet! İlk önce Türkçe başladık. İngilizce ve Türkçe okuyorlar. Şimdi büyük kızım sosyolojide, küçük kızım, o da resme meraklı güzel sanatlar lisesinde okuyor.

SORU; Türkiye'de ilklerden mi? Kaç yıllık kitabevi burası?
YANIT; 1918’de kuruldu. İki kızkardeş tarafından. Evet. İki kızkardeş tarafından kuruldu ve ondan sonra devam etti. 1955-60’a kadar çalıştılar, sonra babam devraldı. Zaten onlarla beraberdi, onların yanına daha on yaşında falan girdi, onların yanında çalışmaya. Teyzeleriydi zaten, onların da başka kimseleri yoktu, babama devrettiler. Kurum olarak eski evet. İsim olarak biz bunu devam ettiriyoruz. Yani Türkiye’nin en eski kitabeviyiz diyebiliyoruz. Biz 1918’de kurulduk ve o zamandan beri devam ediyor.

Aralık 2009, İstanbul, Beyoğlu, Tünel.

25 Nisan 2010 Pazar

Elyazmaları bölüm III, öykü, İnsanlar değiştikçe, kitaplar değişir.. kitaplar değiştikçe insanlar; Yedinci yazı

"Elmaslarla, altunlarla kitapların eşit tutulduğu günlerde anne rahmine düşmüş olmamı bir tansık olarak yorumlayanlar var.

'Annem ve babam bu parlak günlerin doruklarındaki görkeme yetiştiklerini söylemekten çekinmezlerdi.

'Her söz, kutsal bir iksir gibiydi. Her kelime amber kokan kutularda saklanan merheme benzer bir işlem görürdü insanlar arasında.'

Değerli İzleyici,

Bu blog salt kitap vitrinlerinde haftanın listesine giren kitapları izleyenlere değil, tarihin labirentinde okurunu bekleyen kitaplara ulaşma yollarında çözüm arayan kitap severlere yöneldi. Bu nedenle sahaflar ve sahaflık konusu söyleşi konusu oldu. Edebiyat kıyısında gezinen bireyleri de; roman, deneme, öyü, anı, günce okumayı sever okurlara da kitap varlığı açısından yöneldi bu blog.

Kitabı nesnel bir varlık olarak eline alan ve elinde bir süre tutan bir insan düşünün. Tarihle yoğrulmuş olan bir kitap bu insanın elinde bir an duracak. Kitabın içsellik konumu bir yanda dursun. Kitabı nesnel bir zenginlik odağı gibi algı dağarında taşıyan insan bu blog ile sesini duyuracak.

Varlık olarak bir kitabı nesnelliği ile alıyor elimizde tutuyor Elyazmaları adlı öyküyü bıraktığımız yerden sürüyoruz.
Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez, 25 Nisan 2010, Stockholm'Kars denilen unutulmuş kentin şimdilerde pek dikkat çekmeyen bir yerinde, yanlara ve derinliğine genişleyen bir evin en ışıklı odasında doğduğum, söylendiğinde, nerede o oda diye sordum. Odayı görmek istiyorum, dedim. Orada annemim doğum hazırlıkları sırasında bıraktıkları, raflarda çocuklar için olanlar ve kanepenin üstünde unutulan kitap, hiç biri yer değiştirmeden öğlece duruyordu.

'Dünyanın her yerinden gelen çerçilerin getirdikleri çeşit çeşit kitaplarla kurulan pazarda, annemin ve babamın bu pazara alışveriş için yaptıkları gezilerde ben de bulundum, birkaç yaşından sonra. Renk renk kitapların, eşek, katır ve deve sırtında taşınarak getirildiği Kars Kitap Pazarı, o zamanlar dünyanın en büyük alışveriş merkezi idi.

'Fakat alışveriş konularının en önemli değiş tokuş maddesi de (afedersiniz madde sözü için) kitaplarmış o günlerde. Kitapla altun, gümüş, elmas değiş tokuşu. Daha neler neler! Takascılar ve yardımcıları, aylarca önceden çalışır ve pazarın açılışına bir hafta kala hanları, hamamları, kervansarayları dolaşırlardı. En iyi elmasların hamamlarda korunduğu, en değerli kitapların ise kervansarayların orta katlarında tutulduğu bilinirdi.

'Altun değerinde bir elyazması isteyenle, gümüş değerinde bir papirüsün üstündekiler karşılıklı uzun pazarlıklarla değiş tokuş edilirdi. Bu ahenkli uğultular Kars Platosu’nu doldurduğu günlerde bu dünyaya geldim. Kafkasya'dan, Karadenize Afrika’ya, Balkanlara dağıtılmak üzere, “Kitap Kervanları” Ani’den Kars Kalesi varoşlarına değin uzanırdı.

'Elmaslarla, altunlarla kitapların eşit tutulduğu günlerde anne rahmine düşmüş olmamı bir tansık olarak yorumlayanlar da çıktı. Annem ve babam bu şaşalı parlak günlerin doruklarındaki görkeme yetiştiklerini söylemekten çekinmezlerdi. Her söz, kutsal bir iksir gibiydi. Her kelime amber kokan kutularda saklanan merheme benzer bir işlem görürdü insanlar arasında. Şimdi söz’ün de yazı’nın da kıymeti harbiyesi kalmadı, diyenler var çoğunlukta. Oysa o günlerde her şey farklıydı, anlatılır gibi değildi hiç bir şey.

'Özel sandıklarda, özel ve renk renk ciltlerle Kars’a getirilen her dilden kitapla birlikte, ayrıca temiz parlak camekanlarda olanlar da vardı. Haftalar boyu süren alışveriş değiş tokuş pazarlıkları sürerdi. Ben annemim ya babamım dizlerine tutunarak yürüdüğüm günlerde, boynuma halis hint ipeklisinden yapılmış keten astarlı bir çanta koydular.

'O yıl kar erken kalkmıştı.

'Bir kuraklık haberi gırla gidiyordu ahali arasında.

'Kış boyu sığırların telef, celeplerin yok olduğu rivayetleri, sayısız kitaplarla dolu odalarımızı geçer ve en ortada annemle babamım uyudukları odaya dek gelirdi. O yıl bir sabah annem ve babam, oda eşiklerinden içeriye adım atarak başlattıkları gezintiden önce bu kuraklık haberi geldi.

'Bir an annem ve babam oldukları yerde mıhlanır gibi durakaldılar. Hiç unutmuyorum! Bana, “aslan oğlum, sen gücün yettiği kadar odanın eşiği önüne yaklaş ve içeriye gir bir adım at ve onlara, günaydın de. Senin sesini ve senin ayak seslerini işitsinler senin insan kokunu alsınlar, ve ‘insanlar biz kitapları terk etmedi,’ desinler birbirlerine.

'Hadi aslan oğlum! Göreyim seni,” dedi annem ve kıçıma bir şaplak attı. Ben, seğirtmeye başlamıştım ki, babam arkamdan: “Kaç tane odanın eşiğinden içeriye girersen, o odaların hükümdarı sen olacaksın,” dedi. Ardından annem, “biz, kuraklık üzerine çıkan havadisleri öğrenip koşarak geriye döneceğiz,” dedi.'

Elyazmaları, Tekin SonMez, Kars Platosu Öyküleri, NİS Media Ya, ilk bası 2004, İst.

14 Nisan 2010 Çarşamba

Sahaflar - kitapçılar ; Simurg sahaf ve kitapyayın kurucusu İbrahim Yılmaz ile söyleşi 3. Son bölüm; Altıncı yazı

Sahaflar! Kitapçılar! Sahaf kitapçı mıdır, değil midir? Neden ve nasıl? Bakış açıları ile söyleşiler sürecek. Bu blog hem sahaf hem kitapçı için bir forum yeridir. Söyleşiler arka arkaya geliyor. Bu ara Elyazmaları adlı öykü de bize eşlik edecek.

Değerli İzleyici,

Yeni kitapları istekle izleyen ve esasta aramakla bulunmayan kitapların özel adresi olan Simurg Kitabevi kurucusu İbrahim Bey’le son bölüm. Sahaflık konulu söyleşinin ilk iki bölümü önceki sayfalarda. Özetle verdiği özyaşamı şöyle; '1959’da Aydın’da doğdum. İzmir’de ortaokul, liseyi okudum. Edebiyat fakültesini bitirdim, memur olamadım. İstanbul’a iş aramaya geldim, orada askerliği bitirdim. 1988’den beri İstanbul'dayım.'

İlk bölümlerde; 'Sahaf kitapçı değildir, sahaflık gönül işidir,' diyen İbrahim Bey, bu bölümde kendisini tanıtıyor; 'Kitaba para verecek insan kalmıyor Türkiye’de,' sözü de sosyal ekonomik durum saptaması olarak öne çıkıyor.
Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez, 14 Nisan 2010, StockholmSORU; İbrahim Bey, şöyle bir konuya değindiniz; birisi bir kitap ister, diye alıp bekletmek.. Sizin çok geniş bir çevreniz oluyor değil mi? Bu çevreyi nasıl kazanıyorsunuz?
YANIT; Doğru işi yaptığınız sürece çevre işte büyüyor. Kendiğilinden büyüyor. Denizde dalgalar genişler, aynı öyle yaptığın iş zaten gerekli reklamı sağlıyor.

SORU; kitap aşıkları.. böyle insanlar tanıdınız mı?
YANIT; Çok miktarda kitap mecnunu, kitap tutkunu.. manyaklık derecesinde seven, dediğimiz o tip insanlar var.

SORU; Sizin önünüzde size yol gösteren oldu mu? Sahaflık konusunu kendi el yordamınızla mı buldunuz?
YANIT; Ben şöyle, benim alışveriş ettiğim bir sahaf dükkanı ekonomik zorluk içindeydi. Kitaplara haciz konmuştu bu işe başlamak zorunda kaldım.

SORU; Çocuklara kitap zevki nasıl verilebilir?
YANIT; Şimdi benim oğlan mesela ilkokul ikiye gidiyor, ben buna küçüklüğünden beri kitap alırım, benim almamla da ilgili değil etrafında kitap gören çocuk kitapla gelişiyor. Evde de 7-8 bin kitabımız var, eşim de üniversite mezunu.

SORU; Eşiniz de aynı meslekte mi?
YANIT; O da akademisyen şu anda, Boğaziçi Üniversitesinde eski Türk Dili ve Edebiyatı hocası.

SORU; Kitapla sahaflıkla ilgili ne tavsiye edersiniz, bu meslekte geleceğe bir mesajınız var mı?
YANIT; Tekin Hocam kitap ve sahaf hani geleceğe.. bir mesajımız olacak zaten, şimdi ben ilkin alakasız bir şey söyleyeceğim, şiirle şiir üzerine yazılmış bir yazının değerlendirilmesiydi bir şairin onun hocasının sözüydü, şöyle; ‘içinde bulunmayan şiiri başka yerde arama’ diye. Sahaflık, kitapların korunması.. gelecekle ilgili toplumun içinde olmayan bir şeyi monte etmek mümkün değil.

SORU; sahaflık açsısından kitabın geleceği var mı?
YANIT; Türkiye dünyada en az kitap okuyan ülkelerden biri. Ben çok umutlu bir gelecek göremiyorum sahaflık açsısından. Kütüphanelere önem vermeyen, kütüphaneleri yaptırmayan, en değerli kitaplarını korumayan.

SORU; Kitapla ilgili başınızdan geçen olay.. Kitap olarak bazı dönemlerde ürkütücü gibi algılandı. kitapları yakma, toplama gibi bir olay başınızdan geçti mi?
YANIT; Kitaba yasak koymak.. kitap toplamak.. gibi bakış açıları bana çok komik geliyor ve onlar üzerinde durmak istemiyorum yani daha doğrusu üzerinde durmaya değer bulmuyorum. Hocam başka bir şey.. Türkiye’de kitaba para verecek insan kalmıyor. Bence problem bu.

Aralık 2009 Beyoğlu, İstanbul

8 Nisan 2010 Perşembe

Simurg kurucusu İbrahim Yılmaz ile söyleşi 2. bölüm; sahaflar kitapçılar kitapçılar sahaflar; Beşinci yazı

İnsan olmadan kitap olmaz. Elyazmaları adlı öyküm iki bölümle burada yayımlandı. Aralıklarla sürecek.

Bu öyküde elyazmaları ile yaşayan sahaf bir anne/baba ardılı bir oğul var. Yaşayan, diyorum. Çünkü kurgu böyle.

Bu öykünün ilk fragmanları Kültür Senatosu’nun konuğu olarak Berlin’de (1991) yaşamaya başladığım günlere rastlar. Bir yazarın yaşamına bağımlı yazma konusu burada yine öne çıkıyor. Bir örnek vereyim. Hindistan (1990) Guatemala/ Meksika (1991) gezginliğim ardılı Berlin'e geldim. Niyetim Hindistan'da ilk yazımını yaptığım 'BenAras' romanımı tamamlamaktı. Yazma başladı fakat, Söylence Berlin adlı romanım iki ayda ilk yazımıyla masama kondu. Kondu, sözünde alegori, eğretileme var!

Fakat bir şey daha oldu. Ben, Kars Platosu ile dolup taşıyordum. Bir yazarın böyle birkaç ayrı kulvarda yaşaması ve bunlardan sonuç çıkarmak oldukça girift bir durum sunuyor yazarın yaşamına. Elyazmaları'nın bulunduğu öykü fragmanları o günlerde içsel monologlar olarak kağıtlara aktı. Bilinç akışı tekniği ile yazdığım bunlardan birkaçı Söylence Berlin romanıma da girdiler. Şöyle ki ben, BenAras romanımı da o günlerde tamamlayamadım.

Elyazmaları adlı öykü, Kars Platosu Öyküleri, adlı kitapta (2004) NİS Media yayınlarında okura sunuldu. Öykü, kitap insan ilişkisini içeriden vermesi nedeniyle, modern Türk Öykücülüğü'nde bir doruktur. Bakın bir algı oluşsun diye 'içeriden verme' tanımını kullandım. Sahaf kitapçı mıdır, değil midir? Buradan nereye geleceğim, bakın!

Değerli İzleyici,

Benim açımdan bu öykü ile sınırlarını(2004) kesinleştirdiğim bir olgu; arkaik evrelerle doruğa çıkan, nesnelleşen bir gerçekliktir sahaf ve kitapçı arasındaki olgu. Bu olgu, bugün gerçeklik sınırlarını aşabilir. Fakat Elyazmaları adlı öykü yaşam ve ölüm gibi, felsefi açıdan varoluş bağımlılığı varoluş nedeni gibi sahaf/kitap sorusuna içerden bakıyor.

Buraya neden geldik? Önceki yazıda sahaf kitapçı konusunun benim açımdan bir olayla güncelleştiğini yazdım. Yansıma'da ilk yazılarını yayımladığım (Mehmet) Veysel Batmaz,Türkiye'den ayrılıktan yaklaşık 30 yıl sonra ikinci bir buluşmada dedi ki; 'Tekin Abi, seni bir sahafla tanıştıracağım. İbrahim Bey'i daha önceden tanımam.

Fakat İbrahim Bey, otuz yıl önce oradan ayrılıken, ona bırakmışım gibi Kanatsız Kuş, adlı kitabımı masanın üstüne bıraktı. Bu kitabın onda olduğunu bilmiyordum. Bu olay bir iki yıl sonra yaptığımız söyleşide; sahaf kitapçı değildir, tümcesi ile örtüştü. Sahaf kitapçı değildir,' diyen İbrahim Bey ile olan söyleşinin öteki bölümünü izliyoruz.
Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez, 9 Nisan 2010, StockholmSORU; İbrahim Bey, ailede bu kitap hastalığı var mıydı?
YANIT; Babamda yok ama babam Ortaklar Köy Enstitüsü mezunu. Daha doğrusu dedem ölüyor, işte son sene bırakmak zorunda kalıp geliyor köyde işlerin başına.. yani 1956’dan beri, ben doğmadan önceden beri babam Aydın.. Kuyucak’ta Cumhuriyet okuyan üç kişiden biri.

SORU; Demek ki sizde böyle bir arka plan var, biraz rastlantısal bir arka plan ve bununla birlikte bir sevgi de içinizde büyüyor, bu doğuştan olmaz diyorsunuz ama bunu nasıl açıklayacaksınız? Sizi algılayalım. Bir varoluş nedeni olarak, kendinizi nerede buldunuz?
YANIT; Hocam, şimdi varoluş nedeni kitap, düşünüyorum herşeyi paylaşma duygusundan kaynaklanıyor. Bildiğim herşeyi paylaşırım, yani, ikincisi kim ne arıyorsa onu mutlaka bulup vermek isterim. ne arıyorsa hiç önemli değil, kitabın içeriği. ne istiyorsa onu alıp bulup vermek çok güzel benim için. Tek şiarım bu, bu da beni sanki.. yani bunun için yaratılmışım gibi bir melekem de var.

SORU;Her kitap her adama verilmez, dediniz Böyle ise her meslek her adama verilmez! Herkes sahaflık yapamaz mı?
YANIT; Doğru söylüyorsun hocam herkes sahaflık yapamaz. Sahaflık hassasiyet isteyen, ilgi isteyen.. yani bilmeyen adamdan sahaf olmaz. Birçok insan okumuyor. Yani sadece Osmanlıca bilmekle de sahaf olunmaz.
SORU; Salt 'Osmanlıca bilmek' yetmez, başka şeyler de olmalı, anlamı çıkıyor bu sözden. Bunu biraz açar mısınız?
YANIT; Hocam, yani bir kere kitap olayında kitap hakimiyeti kitabı bilmekten geçiyor, çok kitap görmekten geçiyor. Yani gördüğü kitaplara böyle koyun gibi bakmamak, hepsine de eline alıp içine bakmak gerekiyor.. yani nasıl.. anlamak gerekiyor.

SORU; Peki bir şeye daha dokunalım! Kitapla olan ilişkiyi bize anlatın. Şimdi kitapla sahaf arasında farklı bir ilişki var! Kitaba dokunmak, kitabı ele almak, sevmek, okşamak mı? Kitapla bire bir konuşmak mı? Hangisi? Nasıl?
YANIT; Tam öyle değil de, yani şimdi eğer mesleğine saygın varsa, bu kitabı sen, kim isteyebilir senden, Tekin Sönmez isteyebilir!, Yani hangi kitabı kimin isteyebileceğini bilirsin ve o kitapları o kişi için bekletmeye başlarsın, ilgili kitapları kitapları toplarsın, geldiğinde ona verirsin. Kitapla benim ilişkim bu. Bu kitap kimin işine yarar?

SORU; Bu mesleği sürdürecek bir kuşak geliyor mu yoksa sizinle tamamen bitecek mi? Sahaflığın geleceği var mı?
YANIT; Hocam teknoloji bayağı tahribat yapacak bizde. Yeni kuşakların kitap duygusu, yani kitap duygusu taşımamadan... yani mesela hocam şöyle deyim, 15 yıl önce sokakta salatalık satan adamların salatalık kokusu üç sokak öteden duyulurdu, şimdi o kokular gitti, yani kitap duygusu da onun gibi bir şey biliyor musun, yani kitap duygusu olan insan herhalde artık yetişmiyor.

Aralık, 2009 Beyoğlu, İstanbul

İnsan olmadan kitap, kitap olmadan insan olmaz. Sahaflar, kitapçılar ve yazarlar; Dördüncü yazı

Yansıma'da ilk yazılarını yayımladığım (Mehmet) Veysel Batmaz,Türkiye'den ayrılıktan yaklaşık 30 yıl sonra ikinci bir buluşmamızda dedi ki; 'Tekin Abi, seni bir sahafla tanıştıracağım.

İki yıl önceki ilk gidişimiz mi yoksa ikincisi mi İbrahim Bey bir kaç dakika yitti ve döndü 'Kanatsız Kuş' adlı şiir toplamı kitabımı masanın üstüne koydu. 'Bunu oğlumun adına.. lütfen,' dedi.

İbrahim Bey'i önceden tanımam. Adını da ilk kez duydum ve yaptığı işin kapsamını bilmiyordum. O gün duygu yüklü birkaç dakika yaşadım. Sahaflar, Kitaplar blog girişinde belirttim bunu.

Değerli İzleyici,

İnsan olmadan kitap olmaz. Burada kitap insan ilişkisi konusunda durmayacağım. Fakat sahaf sözcüğünün ne olduğu, işte o gün algı dağarıma işlendi. Daha önce kitapçılarda ve sahaflarda bulundum. Hiçbirinden böyle bir davranış beklemedim. Burada sahaf ile kitapçı, ve sahaf ile sahaf arasındaki fark sanırım biraz ortaya çıkıyor.

Burada bir konu daha var; yazar, yaşam ve yapıt üçgeni.. yazarın ve yapıtın arkapalanı, örmekse bu tür karşılaşmalar her yazar arkaplanı için bir gönderme yapar ve iz bırakır.

Hitit, Roma, Bizans, Osmanlı gibi yazınsal metinleriyle varsıl birikimlere dayalı bir ülke burası. Ne görüyoruz? Sahaflarla kitapçılardaki durum, bu toprakların arkaik dönemle kıyaslanamayacak kadar yoksul oluşunu sergiliyor.

Bir kanıtı yazarlara ve kitaplara hoyrat davranışı hoşgören toplumsal bir refleksin oluşmasıdır. Salt yönetici değil, eli kalem tutanların birbirlerine hoyratlıkları; ardılı kuşağın, önceki kuşağa yaklaşımı; yayınevi, yazar ilişkileri de hoyrat ve kaba saba bir çizgide ilerliyor.

Yazarın, gazete köşe yazarlarının yazma becerisizliği değil, zihinsel çöküş değil söz konusu. Yazara, kitaplara hoyrat davranışı hoşgösterir toplumsal refleksin oluşmasına katkı veren yazar ve gazete köşe yazarlarının birbirlerini kurban etme eğilimleridir söz konusu.

Yazar-kitap mezarlıkları oluşturan bir yoksullaşmadır bu.

Yine de bu koşullarda sahaf ve kitap konusunu yanyana iki kulvarda koşturmak bana, şöyle ki bu satırların yazarına heyecan ve yaşam gücü veriyor. Çünkü insan olmadan kitap, kitap olmadan insan olmaz.
Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez, 8 Nisan 2010, Stockholm

6 Nisan 2010 Salı

Elyazmaları bölüm II, öykü; İnsanlar değiştikçe, kitaplar değişir. Kitaplar değiştikçe insanlar; Üçüncü yazı

'Annem ve babam, öğretilerini bana şöyle betimlediler. Kitaplarla ilişki, insanlarla ilişkiye benzer. İnsan sesi işitmeyen kitaplarda başlayan hüzün ne eksik ne fazla hüznün yarattığı acılı titreşimlerle yoğunlaşan enerjiden söz ettiler.

'Kitap dolu odaların, insanlara küserek içlerine doğru kapandıklarını, o uğultulu depremsi geceden sonra biliyorum artık.'

Değerli İzleyici,

Öykülerin ilk fragmanlarla ortaya çıkması Berlin Duvarı’nın yıkılış sonrası Avrupa’yı saran belirsizlik rüzgarlarının şiddetle estiği; siyasal, ekonomik ve güçler dengesi planında Sovyetler Birliği’nin bıraktığı boşluğun hangi güçlerce doldurulacağının kestirilemediği yıllara rastlar.

Bu satırların yazarı olarak, o günlerde bir yıl kadar süren Nepal ve tüm Hindistan’da (1990) yaşamıştım. Hindu üçlemeye bağlı Lord Siva’yı ve onun öteki isimlerinden “Ardahanisvara”yı öğrenmiş ve bunun Sanskritçe kaynağını kavramakla birlikte, Kars Platosu’ndaki Ardahan ilişkisini düşlemeye başlamıştım. Berlin Senatosu Kültür Başkanlığı davetiyle Berlin’de yaşamaya yazmaya başladım. Doğu Berlin diye adlandırılan bölgede kamu için varolan eski ucuz lokantalar kapılarını açık tutuyorlardı.

Ben bu anlamda iki Berlin’i de bir uçtan öteye yürüye yürüye, BenAras isimli romanda tasarladığım Kars Platosu düşüyle dolaşıyor, odama dönüp bu sınır kent’ten İpek Yolu ile Hindistan’a varan söylencelerin izdüşümlerini, serbest tasarımlarını karalıyordum. Elyazmaları o günlerin izini taşır. Bu öykünün II. bölümünü izleyeceğiz.
Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez, 4 Nisan 2010, Stockholm'Durum böyle olunca, kitapların sessizce yok olmalarını da doğal karşılamam gerekiyor. Fakat ben böyle bir dönem için yetiştirilmedim. Kitaplarla yükselen bir dönemin çocuğuyum ben. Üzerlerine konmaya çalışan kara sineklerden nefret ederim. Yıllardır elimde tutttuğum sinek raketini kullanmamak için gayret etmem yetmiyor.

'Evimin duvarla korunan çevresinde okumayı sever insanların azalması, bunların yerinde hayvanların giderek çoğalması sonucu, yaz boyu açıkta duran at gübrelerinden üreyen sinekler gitgide çoğalmaya başladı. Böyle oldukça evimle ben ve kitaplarım, daha derin yeraltına doğru kaymaya devam ediyoruz. Ne yapacağımı bilemiyorum.

'Çoğalan sinekler, her yerde olduğu gibi, benim bulunduğum eve de ulaşıyorlar. Sımsıkı kapadığım pencere aralarından giremezseler, kendilerine girecek ayrı bir yol, boşluk bulmakta zorluk çekmiyorlar.

'Ermeni marangozların yaptıkları panjurlu pencere kapaklarını bu nedenle çokluk açmıyorum artık. Ben ve kitaplarım kuru havanın girmediği yeraltına doğru indikçe, kendi kendime hayıflanmam işe yaramıyor. Sabahleyin erken uyanmam da yetmiyor artık. Ben mi kocadım, kitaplar mı yoruldu?

Konu tek başına sinekler de değil. Kitaplara doğru daha iki adım atmadan, oradan bana doğru hafif hafif öksürme sesleri geliyor. Kitapların da kısık kesik öksürdüğünü söylersem, usumu iyice yitirdiğime karar vereceksiniz. Bunu söylememin böyle bir riski var.

'Daha emeklediğim günlerdi. İçinde yaşadığımız bu evin her odası kitap raflarıyla doluydu. Annem ve babam aralarında konuşurlardı. “Eskisi kadar yeni kitap alacak paramız kalmadı,” derdi annem. “Yeni, yepyeni kitap alamayacaksak, evimizin sınırları da zamanla duracak demektir,” derdi babam o günlerde. Sonra ne oldu?

'O gün içimdeki bir sezgiyle, evimizin sınırlarının kitaplarla başladığını hissettim. Şimdi, çocukluğumda içinde koştuğum odalar yok. Kitap sayısı mı azaldı, ben mi gizemli dehlizlerle gezindiğim odaların yollarını karıştırmaya başladım. Eski odaları göremiyorum artık.

'Yıllarca önceydi evde bir gece deprem duyumuyla uyandığımda yataktan fırladım, kitapların bulunduğu odalara koştum. Ben bir oda eşiğinin önüne vardığım zaman, odanın kitap raflarıyla içe doğru kapandığını gördüm. Aslında deprem yoktu. Annemin babamın söylediklerime göre kitaplar intihar ediyordu.

'Onların intihar ettiklerine inanamadım.

'Çünkü kitapları intihardan caydırmak için, onların bir insan olarak beni görmeleri yeterdi eskiden. Fakat bu defa durum çok farklı. Ben daha bir eşik önünde durup içeriye bir adım atmadan, öteki odadan titreme sesleri geliyordu. Oysa benim, bir eşikten içeriye tek adım da olsa atmam yeterdi kitaplar için.

'O gece sabaha kadar, bir koridordan ötekisine koşarak helak oldum. Sanki bütün bir ova, bütün bir Kars Platosu yangın altındaydı da, benim elimde bir hortum, oradan oraya seğirtip duruyordum o gece.

'O geceden sonra, eşikten içeri ayak atabildiğim odalar geride kaldı. Annem ve babam, son kez güle söyleye elele tutuşarak gitmeden ve beni tek başıma bırakmadan önce bu tılsımı bana söylemişlerdi.

'Neden daha önce söylemediler? Oda kapısının eşikle olan ilişkisinin, eşikle insan ilişkisine bağlı olduğunu o son gün öğrendim. Bundan ötürü benim işim her sabah kalktıktan sonra, eşiklerden içeriye bir adım atmak ve akşama dek öteki odaları da ziyaret etmek.

'Çünkü uzun bir süredir, kitapları ziyaret eden yok.

'Annem ve babam, öğretilerini bana şöyle betimlediler. Kitaplarla ilişki, insanlarla ilişkiye benzer. Birkaç gün insan sesini işitmeyen kitaplarda başlayan hüzün, ne eksik ne fazla, bu hüznün yarattığı acılı titreşimlerle yoğunlaşan bir enerjiden söz ettiler. Kitap dolu odaların, insanlara küserek içlerine doğru kapandıklarını, o uğultulu depremsi geceden sonra biliyorum artık. Benim alın yazım da bu! Son nefesime dek, bu rafları aynı boy kitaplarla dolu odalarda yaşamak yazgımmış.

'Ne yapsam bunu değiştiremiyorum.'

Elyazmaları, Tekin SonMez, Kars Platosu Öyküleri, NİS Media Ya, ilk bası 2004, İst.

5 Nisan 2010 Pazartesi

Simurg kurucusu İbrahim Yılmaz ile söyleşi; sahaflar ve kitapçılar, kitapçılar ve sahaflar; İkinci yazı

Yeni kitapları da izleyen ve sayısı çok az kitapların özel yeri Simurg'u kuran İbrahim Bey görüntüde.

Veysel Batmaz, beni İbrahim Bey’e götürdü ve tanıştırdı.

Parmakkapı’da ikinci kat bir yerdi. Ardılı gidişim, kısa bir an, İbrahim Bey bir süre kayboldu ve elinde ‘Kanatsız Kuş’ adlı şiir toplamı kitabımla döndü. "Oğlumun adına..’ dedi. Böyle insanın içine işleyen incelik sahibi bir insan. Şimdi onunla Beyoğlu, Tünel’e yakın bir sokak içinde açtığı yeni kitabevinde sahaflık konusunda söyleşeceğiz.

Değerli İzleyici,

Sahaf sözcüğü Türkçe değil. Bu çevrelerde alışılmış, kullanım yerini algı ve olgu kapsamında sağlamlaştırmış sahaf ve sahaflar, kitap ve kitapçılarla işlevsel işbirliği içinde. İşlevsel işbirliği ortak paydası var bunların arasında. Bir anlamda biri ötekinin uzantısı.

Bugün yeni basım bir kitap, yirmi yıl geçmeden sahaflarda bulunabilir. İşlevsel işbirliği ortak paydası budur. Sahaf sözcüğü köken olarak insan zihninde aykırı bir yer tutmaz bu ortak payda nedeniyle.

Kitap ve sahaf ayrılamaz bir içsellikle yakındırlar birbirlerine. Ne yapalım ki 'kitap' da Türkçe sözcük değil. Her ikisi sözcük kökenleriyle değil, çağrışım işlevselliği ve kitleselleşme, yaygınlaşma ve toplumun ortak bilincinde yer yapmaları ve algı konusunda ikircik yaratmamaları ile zihinlerde yaşayıp gidiyor. Şimdi söyleşiyi birlikte izliyoruz.
Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez
4 Nisan 2010 StockholmSORU; İbrahim Bey çok kısa doğrudan girelim hemen, sizce sahaflık nedir? Sahaf, Türkçesi yok. Yani nasıl bir duygu veriyor size? Sadece bir tanımlama adlandırma değil, aynı zamanda bu ses size nasıl bir dünya çağrıştırıyor, kitaplarla bir hayal dünyası mı veriyor size?
YANIT; Sahaflık, yani gerçekten kitapçılık değil, kitapçılık diye bakmamak lazım. Kitapçılık mekanik bir iş. Sahaflık tamamen ruhu olan bir iş. Kitap alışverişinden çok bilgi alışverişinin yapıldığı bir yerdir. Para kazanmak için yapılan bir iş değil tamamen gönül işi.

SORU; Gönül işi dediniz! Bir hobiden fazla bir şey mi?
YANIT; Hocam, tamamen.. tabii kesinlikle bir gönül işi. Hobi çok basit kalır! Basit kalır yani bir misyon üstlenmişsin..

SORU;Ne adına misyon? Kitap adına mı bilgi adına mı?
YANIT; Kitapların doğru insanlara ulaştırılması. Kitabı düzgün insanlara vermek, her kitap herkese verilmez.

SORU; Her kitap herkese değil, dedin. Doğrusu nasıl?
YANIT; Kayserilinin dediği gibi... yani pastırma herkese satılmaz der onlar da. Yani yemesini kesmesini bileceksin. Bu sahafık da öyle birşey, yani değerli kitapları doğru düzgün adreslere ulaştırma, her kitabın bir değeri, her kitabın gerçekten bir alıcısı var. Eskilerin dediği bir laf vardır, sahaflık yapacak kişinin sınırsız parası, tavansız deposu olması lazım. Herşeyi alıp bir yere koyacaksın, muhafaza edeceksin, biri gelip birgün mutlaka soruyor.

SORU; Elinle koymuş gibi bulup vereceksin değil mi?
YANIT; Tabii, çok düzenli bir arşivin olması lazım, ondan öte çok düzenli bir arşivcin olması lazım. Arşivcin yoksa, yapamazsın, müşterilerinle, buraya gelen kitap dostlarıyla muhabbet mi edeceksin, onların istediklerini mi vereceksin, onları yönlendirecek misin, yoksa depoyla mı uğraşacaksın, arşivle mi uğraşacaksın.

SORU; Sahaflık bir ruh, dünya dedin, nasıl tanımlanır, aşk gibi bir şey mi bu? Nasıl geldi bu ruh?
YANIT; Aynen öyle aşk gibi bir şey. Anadan doğma denmez tabii ama sanki öyle yani bunu açıklayamıyorum.

SORU; Arka plan? Annede babada kitap merakı var mı?
YANIT; İlkokul üçten dörde geçtiğim sene bir tanıdğımız İzmir’de Jules Verne’in 'İki Sene Mektep Tatili'ni aldı, ben de onu okudum. O tarihten sonra, sürekli ‘kitap kitap’ diye babamın başının etini yedim. Ondan sonra kitap hastalığı başladı bende. Yıl 1970.

SORU; Peki babanızda var mıydı bu kitap hastalığı?
YANIT; Babamda yok ama babam Ortaklar Köy Enstitüsü mezunu. Daha doğrusu dedem ölüyor, işte son sene bırakmak zorunda kalıp geliyor köyde işlerin başına.. yani 1956’dan beri, ben doğmadan önceden beri babam Aydın.. Kuyucak’ta Cumhuriyet okuyan üç kişiden biri.

Aralık, 2009 Beyoğlu, İstanbul

4 Nisan 2010 Pazar

Elyazmaları, öykü... İnsanlar değiştikçe, kitaplar da değişir... Kitaplar değiştikçe insanlar... İlk yazı

'Evimin duvarla korunan çevresinde okumayı sever insanların azalması, bunların yerinde hayvanların giderek çoğalması sonucu, yaz boyu açıkta duran at gübrelerinden üreyen sinekler gitgide çoğalmaya başladı. Böyle oldukça evimle ben ve kitaplarım, daha derin yeraltına doğru kaymaya devam ediyoruz.

'Yıllarca önceydi evde bir gece deprem duyumuyla uyandığımda yataktan fırladım, kitapların bulunduğu odalara koştum. Ben bir oda eşiğinin önüne vardığım zaman, odanın kitap raflarıyla içe doğru kapandığını gördüm. Aslında deprem yoktu. Annemin babamın söylediklerine göre kitaplar intihar ediyordu.'

Değerli İzleyici,

Bu konuda boşluk gördüğüm için, "Kitapçılar ve Sahaflar" başlıklı blog yayına girdi. Kitaplar üzerine kısa sözler, kısa yorumlar arada bir güncel yazımla sunulacak. Sahaflarla söyleşiler burada yayımlanacak. İlkin bir öykü var. "Elyazmaları" adlı öykü bu konuya yazınsal metin tekniği ile yaklaşıyor. Birlikte ilk bölümünü izleyelim.
Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez
4 Nisan 2010 Stockholm'Kars’da ne zaman yapıldığı tarihlenmemiş bir evde yaşıyorum. İç kısmındaki duvarlarda saklı elyazması kitapların konulması için özel bölmeleri var bu evin. Bu kitapların boylarına göre düzenli görünmeleri hoşuma gidiyor. Her sabah uyanır uyanmaz ilk işim, kitapların hangisi bu gece yine yer değiştirdi diye oraya koşuyorum.

'Benim uyuduğum bölme ile kitapların bulunduğu yer arasında fazla bir mesafe yok. Hani gece bir çıtırtı olsa uyanacak kadar hafif bir uykum var. Bu nedenle kitaplardan çıkan çıtırtılar bile kulaklarımda zil sesleri gibi yankır. Ben böyle eğitildim. Çocukluğum bu evde geçti. Doğduğum zaman, kitaplarımızın sayısı daha da çokmuş. Son zamanlarda kitapların sayısında bir azalma başladı gibi hissediyorum nedense.

'Kitaplar bu durumu bana belli etmemek için aralarında şifreli bir işaret kararlaştırmışlar sanki. Uzaktan baktığım zaman, aralarında seyrek boşluklar görüyorum. Yine hangisi gitti, kuşkusu ağır basıyor. Bunun üzerine o tarafa yöneliyorum. Sessizce, eski tahtalarda gıcırtı çıkmasın diye adım atışlarıma kulak kesilmem yetmiyor. “Bunlar yaşayan son kitaplar,” dediydi bir gün annem. O sırada tabakları yıkamaktaydı. “Bu yüzden de bu kitapların kulakları deliktir,” dediydi bunun üzerine babam.

'Birbirlerinin yüzlerine bakarak gülümsemişti her ikisi de. Ben mutfakla kitaplar arasındaki uzun mu uzun koridorda koşuyordum. Her şey şaka gibiydi. Bu sözleri sonradan, çok sonradan aklım yerine oturduktan sonra düşündüm.

'Bu olaydan birkaç gün sonra şöyle bir konuşma daha geçti: “İnsanlar değiştikçe, kitaplar da değişir...” Bunu söyleyen yine annemdi.

“Kitaplar değiştikçe insanlar...” diye tamamlayan yine babam olmuştu. Ardından yine bakışa bakışa gülüşmüştüler sessizce. Beni küçük yaşta felsefenin tozlu yollarına atmak istememiş olmalılar ki böyle oyunsu bir tarzla bana bir şeyler fısıldamak istediler. Bunu çok sonraları anladığımı itiraf ediyorum.

'Galiba ilk dersi böylece hazırlıksız o gün aldım.

'Henüz okul önlüğü giyecek yaşta değildim. Hazırlıksızca aldığım ilk dersten sonra bir gün yine annem, ‘Kitapların tanımadığı insanlar akın akın geliyor’ diye pazar yerinde işittiğini söyledi ve: “İnsanlar çok çok değiştikçe, kitaplar kaybolmaya başlar,” dedi.

'Aradan şunca yıl geçti. Unutmuyorum! Kitapların iz bırakmadan raflardan yitip gitmeleri konusunda kuşkularım pekişti. Kitaplık raflarındaki gizemli boşluklar sinirlerimi de bozuyor artık. Herhangi bir sakarlık olmasa bile, kitapların duyarlı olmaları, benim bütün planımı değiştiriyor. Rafların arasında uzaktan gördüğüm boşluk, tüylerimi diken diken ediyor her seferinde. Sanki bir cellat, bir kelle daha düşürdü kanlı tekneye, diye us geçirip ürperme yetmiyor.

'Sessizce dönüyor, dönüşümü bile belli etmeden o yöne birkaç adım atıyorum. Uzaktan gördüğüm aralardaki boşluğu, hangi yöne aktığı belli olmayan durgun denizin ılgın yelle kıpırdayışı gibi, kitaplarda derin dalgalı hareketi görüyorum. Uzaktan ayırdına vardığım boşluk kayboluyor, ben ortaya çıkar çıkmaz. Hiçbir şey olmamış gibi kitaplar ilk koyuldukları gibi, her zaman sımsıkı raflarda düzenli duruşlarıyla gözlerime yansıyor.

'Ya gözlerimde ya da zihnimde bir yanılsama var.

'Onların sessizce ve bana haber vermeden yitişleri, bir şeyin sona doğru koşusunu hatırlatıyor bana. Ne yapsam durmayacaklar. İçimde uzunca bir süredir, derin bir yara ağzı gibi bana acı veren bir korku var. Kitapların beni terkedecekleri bir güne doğru, ilerlediğimi hissediyorum. Kitaplarla kapışmaktan hoşlananların gide gide çoğaldığını gösteren istatistikler de fazladan.

'Yeni doğan her on kişiden yedisi hayatı boyunca eline bir kitap bile almamış son on yıl içinde. Önümüzdeki yüzyıl sonunda, bu sayı bire düşecekmiş, haberlerde tartışma gündemi oluşturan konu da bu. Durum böyle olunca, kitapların sessizce yok olmalarını da doğal karşılamam gerekiyor. Fakat ben böyle bir dönem için yetiştirilmedim. Kitaplarla yükselen bir dönemin çocuğuyum ben.'

Tekin SonMez, Kars Platosu Öyküleri, NİS Media Ya, ilk bası 2004, İst.