20 Kasım 2012 Salı

'Ankara Düşerken Erzurum ve Bardezbaldooruk Ailesi' yeni bir roman...

Bu romanda ne var?  Eski adı ile Bardez, yeni adı ile 'Gaziler' diye anılan beldenin Babil gibi bal kulesi
 var. Kristal buzdan Bardez kalesi var. Soğanlı Dağları, Kars Platosu, Sarıkamış, Erzurum var.

Bu romanda ne var? Düş gücü ile yola çıkan büyüklük var. Yükseklere tırmanan bir yaşam var. Her şeyden önce bir aile var. Seksen yıl önce yola çıkan yolcunun önünde Ankara var.

16 Kasım 2011 Çarşamba

75. doğum yılı yeni bir kitap..

Yazarımız da soruyor!

Bu kitapta ne var?

Bu kitapta bir; aşk...

İki; Beyoğlu var...

İşte böyle bir yanıt...

Bilmem ki bu yanıt size yetecek mi?

Aşk, bir yerde yeter.

Bir yerde yetmez diyeceğim ya... her neyse... Bu sırada gök gürledi, şimşek çaktı. Pencerenin önünde yangın gibi bir ışık çevreyi sardı ve ne oluyor diye ayağa kalktım. Korktum da! Sonunda durum açığa çıktı, olay açıklandı.

Şöyle ki yazarımız aşk sözcüğü ile yetinmedi, ışıkları yaktı.

Hepsi bu kadar mı diye sordu.

Evet! Dahası var! Bakın ne oldu!Damlaya damlaya göl oldu.

Aralıklarla iki yıl doldu.

Ferhat'ın gürzü, bir boşlukta sallanan o ince demiri oydu.

Ferhat ve gürz, bakın bu bir abartı sanatıdır.

Edebiyatta imgelem, betim sanatı denilir. Düzeltmek isterim. doğrusu şudur!

Ortada ne bir Ferhat var, ne de onun gürzü... İyi de peki, ne olacak? Boşlukta sallanan demir bir levha nasıl oyulacak?

Labirentlerle kesişen bir oyun mu bu, yoksa? Şimdi bakalım!

Anlaşıldığı kadar, ortada bir demir levha oyulacak da neden demir levha ben de bunu bilmiyorum. Yazarımız araya girdi ve dedi ki, yazmanın şiddeti şudur. İyi bir kalem, hepsi bu kadar ve bu kalem havada sallanan bir demiri oydu, oydu.

Yazarımız böyle bir tanım yaptı da bakalım gerçekler nedir ve şöyle ki satrancın taşları yerlerine oturdu mu... kısaca bir göz atalım izninizle.

Değerli izleyici,

Yazarımız ne diyor?

Yazarımız diyor ki, ellinin üzerinde güncel yayınla okura sunulan, ilgiyle izlenen ve iki yıl süren bir öykü...

Öykü derken ne demek istedin, diyerek bu kez ben evet ceketimi ilikleyerek, sayın yazarımıza soruyorum.

Öykü türü mü, yoksa bu yapıtın öyküsü mü?

Her ikisi de! Fakat edebiyat! Edebiyat, yazınsal metin, dedi ve eline aldığı taşı satranç tahtasındaki yerine koydu. En başta edebiyat, diyor.

Blog yazıları, öykü, günce, deneme, söyleşi, kısacası tüm bunlar bir arada ve bu çalışma bir yazınsal metin öyküsü...

Şu da var, bir bu yaptın tasarım, kurgu öyküsü, iki yazılış öyküsü, bir de bu süreye yayılan yazarın yaşam öyküsü...

Fotoğraflar da var evet.

İşte bir arada; http://kitaplarvetekinsonmez.blogspot.com/

Şöyle ki kitap sahaf blog, sonunda 'aşk'ı kitap kitab'ı aşk beyoğlu' adı ile okura sunuldu. Şimdi okurunu bekliyor...

Sevgi içtenlik...
Sonmez, Tekin Sönmez
17 Kasım 2011, Tüyap, İstanbul

9 Ekim 2011 Pazar

Aydın Doğan bugünkü kitap teknolojisi konusunda vurgu yapıyor ve diyor ki, 'Naylon, selefon geçiriliyor. Kapaklar, kanserojen..' Söyleş: 56. yayın...

Aydın Doğan sahaf ve deneyimli bir yayıncı. Kitap konusundaki gelişmeleri izliyor. Eski basım kitapla yeni basım arasındaki kalite farkına değindi dün. 'Tipo sistemiyle yapılan kitapları açtığın zaman bir, böyle hayat kokuyor, yani kokusu var. Kokusu var ve ölmüyor,' diyor. Dikkat çektiği konular var. Diyor ki; 'şimdi tutmuş dijital şeylerle baskı yapıyorlar ve naylon aydınger çıkışla baskı yapıyorlar. Kağıdın üzerinde yazılar siliniyor bir süre sonra ve mahvoluyor, o kitap ölüyor bir ölçüde. Naylon, selefon geçiriliyor. Kapaklar, tamamen kanserojen. Kitap kokusu kalmadı.'

Aydın Doğan'ın yıllara yayılmış yayımcılık deneyimleri ile vardığı bugünü, daha özü bugün.. sahnenin arkasını konuşacağız. Yaba Dergisi'ni de tüm zorluklara karşın yıllardan beri yayınlayan Aydın Doğan, kimdir? Nereden, nasıl geldi buraya. Galata Yokuşu, hemen Tünel Meydanı'na çıkmadan onun kitap ve sahaf hazinesi var. Oradayız.
Sevgi içtenlik...

Tekin SonMez, 9 Ekim 2011, Pera, Beyoğlu, İstanbulAydın Bey arkaplanı.. nedir? Kitap salt Kerem ile Aslı mı?

İkinci kitabı hatırlayamam da.. fakat o çocukluk yıllarının kazandırdığı şeyler... Çıraklıklara başlayınca, Pazar günlerimiz tatil günü oluyor, sinema, eğlence günleri, sinemalara gitmeden önce, bizim o dönemde, Elazığ’da üç tane sinema vardı. Bunların hepsinin önü biz yaştaki çocuklarla dolu, şimdi Teksas Tommiksler, bu resimli romanlar, sıralanır böyle, beş kuruşa okunuyor, veya on kuruş.. beş kuruşa okuyorsunuz. Şimdi.. filmin dağılması için en azından.. iki saat üç saat bekliyorsunuz, orada iki film oynuyor ya, biz filme girmeden önce o Teksas Tomiksleri okumayı yapardık. Veyahut Teksas Tommiks, bizim sonradan birçok insanların zararlı kabul ettiği kitaplar, aslında bir okuma alışkanlığı yarattı bende bir ölçüde.

‘İnsanların zararlı kabul ettiği,’ dedin bunu açar mısın?

Tom Braks.. Kızılderilileri savunan bir adamdı. Teksas Tommiks Kızılderili katleden.. sonradan bunları öğreniyoruz tabii. Ben ona rağmen.. o çocukluk duygularıyla.. Tom Braks beni sarıyordu! Neden, Kızılderililere Beyazların yaptığının intikamını alıyordu, beyazları cezalandırıyordu.

On beş on altı yaşları sinema önleri, Kerem ile Aslı sonrası çizgi romanlar, Elazığ’da okuma kültürü.. kitap biriktirmek.. bu dergileri biriktirme başladı mı o yıllarda Aydın Bey?

Yok! Okuyoruz, kitap o zaman bırakılıyor, başka birinin eline geçiyor. Ben mesela okuyorum, birisi alıyor elimden. Öbürünü de ben onun elinden alıyorum.. bu şekilde oluyor.

Kitap tamam, sahaflık nasıl gelip seni buldu?

Aydınlıkevler’de bir kitabevi, oraya dalıyorum, her taraf, kitap dolu. İstanbul’dan Ankara’ya göç etmiş bir kitapçı, Selim Sabit Pülten. İki gittim, üç gittim dostluk oluştu Tekin Bey.
(Sürecek)

Aydın Doğan / Tekin SonMez, Eylül 2011, Tünel, Galata, Beyoğlu, İstanbul
Fotoğraflar: Feryal Özkale Sönmez

8 Ekim 2011 Cumartesi

Kitap.. aydınger çıkışla baskı yapılan kağıtın üzerindeki yazılar siliniyor, o kitap bir ölçüde ölüyor, diyen Aydın Doğan söyleşisi 55. yayın...

Sahaflık açısından bu söyleşide jenerik olacak neler var? Sahaf kitap bağı farklı bir kulvardır. Aydın Bey’in kitap bağı, Kerem ile Aslı öyküsü gibidir söylediğine göre, ilk okuduğu da o. Bir jenerik mi aranacak? Keban, Lorikan köyünden Elazığ’a gelen bir çocuk, sahaf, yayıncı, yazar olacak bir çocuk mudur, o bakalım. Elimizdeki söyleşinin açtığı kapıdan içeriye girdik.

‘Benim kitap felsefem şu, mesela bakın burası pek havalı bir yer değil. Vantilatör çalışıyor işte idare ediyorum, ama bu kitaplar olduğu sürece, kendi gözümle baktığım zaman, bir yerde kitap varsa, ben orda hayatımı sürdürürüm,’ diyerek Aydın Doğan karşıladı beni. Yaba Dergisi sahibi ve yönetmeni olan meslektaşımla kitap konusunu söyleşeceğiz.

Sevgi içtenlik...

Tekin SonMez, 8 Ekim 2011, Pera, BeyoğluKitap olursa hayatımı sürdürürüm, dedin. Nasıl, Neden?

Evet, sürdürebilirim, kitabın olması şart. Kitabın olduğu yerde yalnızlık olmaz. Bin kitap mı var, bin tane arkadaşım var. Her birinden ayrı bir tad alırsın, her biri ayrı konuşur.

Kitabın yaşamı sürecek mi, kitabın geleceği var mı Aydın Bey?
Tabii, ölene kadar devam eder kitap, devam eder. Ben eski yapısını savunuyorum kitabın. Şimdi teknoloji, kapitalist sistem, farkındaysanız bunu dijitale aktarmak için birinci derecede kağıdı bozdu. Baskı sistemini bozdu ki, millet caysın dijitale dönsün. Şimdi basılan kitaplar eski kitapları arattırıyor, niye arattırıyor? Eskiden müthiş bir baskı sistemi vardı, o baskı sistemini bertaraf etti. Tabii şimdi tutmuş dijital şeylerle baskı yapıyorlar ve naylon aydınger çıkışla baskı yapıyorlar. Kağıdın üzerinde yazılar siliniyor bir süre sonra ve mahvoluyor, o kitap ölüyor bir ölçüde. Naylon, selefon geçiriliyor. Kapaklar, tamamen kanserojen. Bu birincisi. Bunun kimse farkında değil. Alıyor kucağına, bağrına basıyor, yatağın kenarında okuyor. Bunların hepsi zarar ama eski kitapta bu yok. Ağacın has hamurundan kağıt yapılıyor, kapaklar ona göre yapılıyor ve bir işçilik var. Tipo sistemiyle yapılan kitapları açtığın zaman bir, böyle hayat kokuyor, yani kokusu var. Kokusu var ve ölmüyor. Yazılara bakıyorum, yüz, iki yüz sene. 17. 18. yüzyıllardan kitaplar var burda. Bakıyorsun pırıl pırıl. Dün basılan, iki sene önceki sisteme göre basılan kitabı alıyorsunuz, onun yanında cılız kalıyor. Evet, şimdi bu sistem bunun yerine daha pratik bir şeyi yaratıyor işte. Bu dijital kitabı devreye soktu, burada para kazanacak ve o makinalarla işi yürütmeye çalışıyor.
(Sürecek)

Söyleşi: Aydın Doğan / Tekin SonMez, Eylül 2011, Tünel, Galata, Beyoğlu, İstanbul

Fotoğraf: Feryal Özkale Sönmez

14 Eylül 2011 Çarşamba

Deniz Harp Okulu mezunu olarak, 1773’te kurulduğu söylenen Deniz Harp Okulu’nun ilk hocasının ders kitabı elime geçince.Turgay Bey söyleşi: 54. yayın.

Kitap, sahaf konusu dallandı budaklandı ve denizler konusunda basılmış kitaplar konusu ile burada keşif masasına geldi.

Sırasında ders kitabı olabilir tarih belgeleri de sahaf alanına girer. Deniz konusu olduğu gibi, savaş gereçleri basılmış, madalya, kılıç, vuruşma öyküleri olan kitaplar da var. Sövalyelerin yaşamlarını konu alan serüven romanları da budur. Pardayanları unutacak mıyız? Reşat Ekrem Koçu'nun deniz kahramanlık romanlarını yok mu sayacağız?

Savaş günceleri de, o cehennem ateşinin arkaplanını verir. Geçmişten gelir ve günün insanına, meraklısına sunulur. Kitap severlerin hemen tümü de roman, şiir tiryakileri olmaz.

Değerli İzleyici,

“1773’te kurulduğu söylenen Deniz Harp Okulu’nun ilk hocasının ders kitabı, elime geçince koşmaya başladım. Evet.. niye koştum.. nereye koştum.. ben de bilmiyorum,” diyen, Deniz Harp Okulu mezunu, bir dönem Deniz Subayı olarak da görev yapan Turgay Bey Söyleşi sürüyor.
Sevgi içtenlik...

Tekin SonMez, 14 Eylül 2011, Pera, Beyoğlu-Nasıl bir duygu bu Turgay Bey?
-Evet. Ben, Deniz Harp Okulu mezunu olarak, Deniz Harp Okulu’nun 1773’te kurulduğu söylenen Deniz Harp Okulu’nun ilk hocasının ilk on öğrenci için yazdığı ders kitabı elime geçince, çok büyük tabii heyecan ve aslında.. daha fazla nereye ulaşılabilir ki sorusuyla da karşılaşma.. o noktaya geldim.. Tabii, yani koşabildiğim yere kadar da koştum.

-Ağladın mı o sırada? Kitap, kitap ne oldu?
-Ağlamadım ama çok heyecanlandım. Bir arkadaşım vardı ve niye koşuyorsun diye arkamdan devamlı bağırıyordu. Evet bu kitabı, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na hediye ettim.

-Kimdi o zaman Deniz Kuvvetleri Komutanı?
-Donanma Komutanı Özden Örnek’ti. Evet, ve bunun mutlaka Deniz Harp Okulu’nda bulunmasını istedim. Şu an onun resmini de verebilirim. Ve Deniz Harp Okulu müzesinde camekan içerisinde bu eser duruyor şu anda.

-Kimin üzerinden gittiği de yazılı mı?
Evet! T. Erol’un hediyesidir diye belgeyle orada duruyor.

-Çok güzel. Onun kopyelerini aldın mı?
-Almadım.

-Tekrar okumak, neler olduğunu anlamak...gerekmez mi?
-Teknik bilgi, ama ordaki çocuklar bu tarz çalışma yaptılar, tercüme yapmaya çalıştılar, teknik bilgi, o yüzden.. onun mevcudiyetinin önemi var. Ordaki öğrenciler.. dünkü okul olmadığını, bir geçmişe sahip olduğunu hissedebilsinler diye orda olmasını istedim.

-Geçmişe sahip olduğunu hissetmeleri.. yüksek bir duygu...
-Evet, tabii. Yani aristokrat bir yapı içerisinde olduğu... Modern anlamdaki Osmanlı’daki, en eski üniversitedir Deniz Harp Okulu. Daha sonra işte 2000 senesinde bu, şu anki kitabevimize geçtik. Ve bu arada da yayınlar yapmaya başladık. Yayınları da nasıl yapıyoruz? Denizcilikle ilgili ihtiayaç olabilecek, teknik, tarihi ihtiyaç hissedebileceğimiz, yok dediğimiz eserleri üretmeye çalıştık.

-Bu kez bu çalışma başladı. Neden?
-Mecburduk, çünkü, söylemesi ayıp o gün satacak kitap bile yoktu. 96’da 97’de, denizcilikle ilgili, bir amatör denizcinin yelken öğrenmesi için bile bir kitap yoktu. 60’lı yıllarda yayınlanmış bir kitabı fotokopi yapıp veriyorduk. Pupa Yelken, Sadun Boro’nun Pupa Yelken kitabı 70’li yıllarda yayınlanmış fakat piyasada yoktu. Onları tekrar yayınladık. Şu anda da birçok eser var bizde, 60’ın üzerinde. Yayınladık. Ayrıca geçen sene ‘İstanbul Haritaları’ üzerine bir kitap yayınladım, Sedat Simavi ödülü aldım.

-Çok güzel! Sedat Simavi ödülü aldınız. Kutlarım...
-Evet. Çok güzel bir kitaptı. Şimdi de bir iki tane daha projemiz var. Siz geldiğinizde onları inceliyorduk.

-Böylece ufuk ve projeler masa üstünde genişledi, büyüdü. Küçük bir şeyle başlamak, sadece biriktirmeyle yola çıkmak ve Türkiye’nin bir eksikliğini görmek. Bu kitapların içinde gezi günlükleri, seyahatler, daha önce buralara gelip gitmiş yabancıların gezi yazıları da çevirileri de var mı?

-Tabii denizcilik aslında beynelmilel bir konu, sadece Türkiye’ye özgü değil. Ama, biliyorsunuz ilk dünyayı gezen Türk yelkenli Sadun Boro’nun Pupa Yelken isimli kitabı vardı. Bu faaliyetler sonucunda beş kitap daha yayınladı. Diğer seyahatlerini de yazıya döktü.
(Sürecek)

Söyleşi: 26 Ağustos 2011, İstanbul, Beyoğlu
Fotoğraflar: Feryal Özkale Sönmez

13 Eylül 2011 Salı

'Topkapı Sarayı’nda Piri Reis Haritası sergilenmiyor. Memphis’te sergilendi. Amerikalılar benden önce gördü.' KaptanTurgay Erol söyleşisi; 53. yayın

Denizler Kitabevi kurucusu Turgay Bey, bir konuya doğrudan girdi. (bakınız: blog, 12 Eylül 2011) ‘Hayır! Şimdi toplayacak kitap kalmadı. Denizcilikle ilgili yeni ilginç heyecan verici, yeni eserler çıkmıyor Türkiye’de,’dedi.

Sahaflıkta, ‘yol giderek yokuş yukarı ..’ ne demek, diye bir soru geldi. Şu demek, eski eserler eskisi kadar ortaya çıkmıyor. Bu da sahaflık mesleğini tetikleyecek yerde etkilemeye başladı. Madalyonun bir öteki yanı. Bundan öncesi var.

Değerli İzleyici,

Bir nükte, '..yol yokuş yukarı,' diye yaptığım tanım, bir gerçeği keşif masasına yaklaştırdı. Yol giderek yokuş yukarı çıkınca, sahaflık da bir anlamda açıklama isteyen bir noktaya vardı.

Bu savı doğrulayan başka örnekler de var. Albert Sapan (bakınız: blog, http://kitaplarvetekinsonmez.blogspot.com, 26 Nisan 2010) ‘Eski kitapları, çok eski kitapları alıp satmak daha riskli oldu ve eski kitaplar artık bulunmuyor,’ diyor.

Turgay Erol (bakınız: blog, 12 Eylül 2011) ‘Hayır! Şimdi toplayacak kitap kalmadı. Denizcilikle ilgili yeni ilginç heyecan verici, yeni eserler çıkmıyor Türkiye’de,’dedi. http://kitaplarvetekinsonmez.blogspot.com

Nedret İşli (bakınız: Cumhuriyet, 12 Eylül 2011) ‘Kaynaklarımız giderek azalıyor ve kuruyor. Geçmişte her yıl 2 bin eski harfli kitap alırken şimdi yılda ancak bu sayının onda biri kadar eski harfli kitap bulabiliyorum.’

Dün yayımlanan söyleşide: 'Haritalar da var mıydı bu işin içinde, 'diye süren konuşmada, Turgay Bey ilginç bir yanıt verdi. ‘Haritalar pek fazla.. deniz haritası vardı tabii. Elbette, şimdi zaten.. konu genişliyor,’ dedi. Ben de genişlemesini istedim ve konu derinleşti. Şimdi söyleşiyi izleyelim.
Sevgi içtenlik...

Tekin SonMez, 13 Eylül 2011, Pera, Beyoğlu-Konu genişlesin Turgay Bey... bunların bir başı olmalı, bir nedeni var mıydı? Denizcilik konusunda bir kitabevi açma fikri, nasıl oldu?
-Aslında birkaç sebep vardı, bu denizcilik üzerine bir kitabevi açılmasının. O dönemlerde Turgut Özal’ın eşinin öncülüğünde Memphis’te Piri Reis Haritası, Ali Macar Reis Atlası sergilenmişti.

-Bu sergi fikri nerede Turgay Bey?
-Memphis’te.. Memphis’te bir sergi vardı, Türk eserleri sergisi vardı ve de orada, benim gidip ziyaret ettiğimde göremediğim haritalar orada sergilendi, ben görememiştim ama Amerikalılar benden önce gördü.

-Önce yabancılar gördüler. Bunun bir etkisi mi oldu?
-Tabii. Ben Deniz Müzesi’ne de gittim görmek istedim, göremedim. Topkapı Sarayı’nda Piri Reis Haritası sergilenmiyor, hala da sergilenmiyor, göremedim. Amerikalılar benden önce gördüler. Ben de çok sinirlendim. Dolayısıyla haritaya da girdik.

-Kitaptan sonra haritaya da girdin.. yine o seksenli yıllar...
-Tabii. Bu arada, aslında, bu denizcilikle ilgili hiçbir şey çıkmıyor demem şu şekilde; müsaade ederseniz küçük bir anı anlatacağım... Rahmetli Sami Önal Bey vardı Kadıköy’de. Kendisi bir gün aradı, sağolsun, bütün arkadaşlarım, bu konuyla ilgilenen bütün arkadaşlarım, ellerine denizcilikle ilgili bir şey geçtiği zaman bana haber verdiler. Çok büyük destekleri oldu. Hem Halil abi, işte tanıyorsunuz, karşıda Lütfü Bey var, Sami Önal Bey, rahmetli oldu geçen sene.. bence bir iki sahaftan biriydi.. bir gün bana telefon etti ve bir eser bulduğunu söyledi, denizcilikle ilgili.. çok iyi hatırlıyorum 97 veya 98 senesiydi, gittim. Bu Deniz Harp Okulu’nun kurucusu Cezayirli Hasan Hoca’nın ilk on öğrenci için yaptığı “Sefinetül” diye seyir ile ilgili bilgilerin derlemesi.. Türkçesi... Ben bunu bulunca.. o kitabı aldıktan sonra, Kadıköy’de Moda’daydı yeri.. iskeleye kadar koştum.

-Çok ilginç, çok hoş... Koştun! Ben de olsam koşarım. Fakat neden koştuğunu biliyor musun Turgay Bey?

-Evet.. niye koştum.. nereye koştum.. ben de bilmiyorum...
(Sürecek)

Söyleşi: 26 Ağustos 2011, İstanbul, Beyoğlu
Fotoğraflar: Feryal Özkale Sönmez

12 Eylül 2011 Pazartesi

Beyoğlu'nda, Denizler kitabevi 93’te kuruldu. Türkçe basılmış denizcilik kitaplarının elde edilmesine bir ömür adamış Turgay Erol söyleşisi, 52. yay

Yaklaşık yirmi ay önce başlayan blog yayınlarımız Denizler Kitabevi ile sona yaklaşıyor. Elimizde üç yüz sayfalık bir kitap var şimdi. Bu blog çalışmaları kitap insan konusunu öne alarak
yola çıktı. Belgeler oluştu.

Yol giderek yokuş yukarı çıkınca biz de Denizler Kitabevi ile denizlere açıldık. ‘..yokuş yukarı,’ bu ne demek? Bu bir nükte! Sonuç olarak kitap konusu konuşuldu. Denizler konusunda ve Türkiye’de, Türkçe basılmış eski kitapların elde edilmesine bir ömür adamış Turgay Erol söyleşisinin üçüncü bölümünü izliyoruz.
Sevgi içtenlik...

Tekin SonMez, 12 Eylül 2011, Pera, Beyoğlu-Tekrar denize çıkmak ve denize açılmak, Turgay Bey.. o sırada bir kitabevi açıldı değil mi, ona ne oldu?
-Evet, ama sadece almak içindi, Tekin Bey, satış yapmak üzere değildi. Evet! Kitabevini açmamızın sebebi aslında, insanlar kitaplar getirsin de ben kitap alayım diye açmıştım.

-Bu da müthiş bir duygu. Bu da tabii ki bir belgecilik oluyor İstanbul’da gelmiş geçmiş denizci kitaplarını toplamak.. tıpkı pul gibi peçete, sıgara paketi gibi toplamak.. değil mi bu konuda bir birikim sağlamak için...
-Bu ruh hastalığı aslında ama onu ayrıca konuşabiliriz tabii. İlk.. yani projem her zaman başka bir iş yapıp sadece kitapları kendim için toplamaktı. Yani kitabevini açmamızın sebebi kitap almak içindi, satmak için değildi. Evet, daha sonra, 96 senesinde, denizden döndükten sonra, kitaplarımın ben yokken çoğalamadığını gördüm.

-Bu biriktirmeler, ‘başkaları için değil, kendim içindi’ dedin. Kitaplarla mistik bir ilişki. Turgay Bey bu nasıl oldu?
-Bu noktada kararımı verdim ki kitabevini daha ciddi boyutlara ulaştıralım, sonra denize çıkmayı bıraktım.

-Denize açılınca kim baktı kitabevine, kitap toplama sürdü mü? İki buçuk yıl denizlerde seyrü sefer, bu gerekli miydi?
-Hayır, hayır eş, kardeş değil. Başka bir arkadaşım baktı. Evet, daha öncesinde de yapıyordum 89’dan itibaren denizdeydim. Fakat 93 senesinde resmi olarak kitabevimiz kuruldu. Dükkanı açtıktan sonra yani 93 senesinde...

-Denizler kitabevi 93’te kuruldu.. ve bundan sonra iki buçuk yıl yine, denizler ve kaptanlık diyelim. Böyle mi? 95-96’larda geri karaya dönüş... Ve bir daha denize açılmak yok!-Evet.

-Peki, neydi.. yani, dediğin gibi ilkin 'kendim için kitapları toplamaya başladım,' dedin. Şimdi yine kendin için mi?

-Hayır! Şimdi toplayacak kitap kalmadı. Denizcilikle ilgili yeni ilginç heyecan verici, yeni eserler çıkmıyor Türkiye’de.



-Peki eski eserleri toplamadın mı Turgay Bey?
-Topladım...

-Topladın, hangi dillerde bunlar?
-Genelde Osmanlıca. Türkiye’de yayınlanmış olarak yeni bir ilginç kitap yok yani.

-O zaman ben şunu algılıyorum, Turgay Bey, Osmanlıca dahil, burada yazılmış kitapları toplama fikri var, ya da vardı...
-Evet, o zaman o şekildeydi.

-Dünyanın öteki dilleriyle yazılmış denizcilik kitapları değil.
-Hayır, yok, hayır.

-Türkiye’de, Osmanlı’dan önceki, Venedik, Cenevizliler falan yok mu? Papirüsler elyazmaları falan.. yok mu?
-Hayır hayır, onlar... Basılmış eser yok. Matbaa yok.

-Peki, haritalar da var mıydı bu işin içinde?
-Haritalar pek fazla.. deniz haritası vardı tabii. Elbette, şimdi zaten.. konu genişliyor...
(Sürecek)

Söyleşi: 26 Ağustos 2011, İstanbul, Beyoğlu
Fotoğraflar: Feryal Özkale Sönmez