Şimdi farkına varmadan bir sahaflık tarihi, belki de ayırt etmeden bir İstanbul sahaflık tarihi üzerinde koşuyoruz, duruyoruz, söyleşiyoruz, dedim. İstanbul üzerinde ben defineci gibi görüyorum kendimi, dedim. Bakın nereden nereye! Ok yaydan çıktı artık, buralara sürükleyeceğini bilemezdim. Neyse ki İstanbul’da kendi sahamızdayız.
Değerli izleyici,
Varsayımlar sonuç vermez evet, fakat kültür tarihi konusunda kırılmalar da konuşulabilmeli. İstanbul Roma İmparatorluğu başkenti, daha önce de değindim, bunu unutmayalım. Bugünkü söyleşi bu açıdan fantastik dalgalı bir deniz gibi sürüklüyor. Sürükleniş salt bu da değil, bir de top peşinde pas verme, pas alma özeniyle yanıp tutuşuyoruz. Tamam bu Trabzonspor Fenerbahçe derbi maşı değil değil fakat biz de küme düşmeyelim, çıtayı yüksek tutalım.
Turkuaz renkli takım, topa hakim, sahaya tam pres hakim, özellikle santrfor gibi top kovalayan ve 1978 yılında Pertevniyal Lisesi’nden mezun olan Nedret Bey hem sol kanatta hem de sağ kanatta, her iki ayağıyla da bu zarif vuruşlarla sahayı enine boyuna koşuyor. Aslında ne Püzant Bey’in ne de Nedret Bey’in gol atma çabası yok.. daha çok topun gelişine göre.. söyleşiyi izleyelim.
Sevgi, içtenlik...
Tekin SonMez, 10 Nisan 2011, StockholmNedret Bey, tuhaf bir soru var, hazır olun! Don kişot’un ilk baskısı elinize gelse ne yapardınız?
Öyle bir soru sordunuz ki, Tekin Bey, yani şimdi Mevleviler, mevlevi semahına çıkmadan önce, o tabii bir şeyi anlatıyor ya hani, ölmek, sonra tanrıyla birlikte olmak, ve ondan sonra işte tanrıya ulaşmak, eski mevlevileri bu mevlevi ayinlerine başlamadan önce bunun bir taklit olduğunu söylüyorlar. Eski mevleviler allah taklidimizi tahkik eylesin derlermiş yani bu yaptığımız taklidi hakikat hale dönüştürsün. Şimdi, sizin de sorduğunuz bu soruyu allah taklidi tahkik eylesin inşallah da biz zengin olalım, yani şöyle birşey, Don Kişot eserinin ilk baskısını bulursam yapacağım ilk şey, dükkanı kitlemek, kitabı kasaya koymak ve bir hafta bir yere tatile gidip hiçbir şey düşünmeksizin yatmak olabilir. Çünkü o andan itibaren çok zengin olduğumuzu kabul edebiliriz.(n)
Zengin olmanız beni sevindirir Nedret Bey, yine de merak bu ya, ne kadar zengin oldunuz? Alıcı çıkar mı?
Burda bulunamaz, yani maalesef burda o düzeyde kitap koleksiyoneri .. daha doğrusu anlayan ve zevk alacak bir sürü adam vardır da o Avrupa piyayasına göre olan değerini verecek insan olmayabilir.(n)
Bu ekonomik bir neden mi yoksa ilgisizlik mi?
Yani bir de öyle bir durum da var tabii yani ülkenin kitap meraklılarının ekonominik seviyeleri de bu işi az çok belirleyen bir başka unsur o da var yani. Dolayısıyla uzun bir zaman düşünür ve bayağı kendimi tatile çekerim yani.(n)
Şimdi ben, biraz da İstanbul benim yazı alanım oldu, bu konuda ortaya attığım bir tez var, şöyleydi o; II. Mehmed (Fatih). İstanbul’un anahtarları eğer ona II. Mehmed’e verilmeseydi Don Kişotun yazarı Cervantes Beyoğlunda, Galata’da doğacaktı. Böyle bir tezim var. Beni çok derinden etkiliyor bu. Osmanlı yerine burada İtalyanca konuşulur olacaktı Latinceden gelen bir kökeni de var. Sahaflık ve sahaf koleksiyonları da çok farklı, dünya klasında olacaktı, bağlantıyı sahaflığa getirecek olursam. Sizce bu tez çok mu fantastik bir şey, yani II.Mehmet gelmiyorsa, burada evet, İtalyanca kitap cenneti olacak burası...
Tabii tabii Cenevizlilerden vesaireden... (n)
İtalyanca, İtalyan edebiyatı... Rönesan İstanbul’da filizlenecekti diye düşünürüm. Bu çok mu fantastik?
Ama.. ama şimdi, yani, o zaman belki Cervantes başka bir şey olacaktı, yani, ve o zaman belki Don Kişot olmayacaktı. Ya da şöyle olabilecekti belki ne bileyim şeyde.. bu Galata’nın alt tarafında mesela meşhur han vardır Andre Chenier’in yaşadığı bir han var meşhur, oranın bir kahramanı olacaktı belki de, yani oranın belki de hanın muhafızı olabilen birisi olacaktı yani... (n)
Ortada bir imgelem var, Cervantes orada doğacak anlamında değil de belki de yazılan ilk roman burda yazılacaktı, zarfı açtığınız zaman o cümlede o var. Dante’in İlahi Komedyası roman olmadığına göre, dünyadaki ilk roman da İspanyolca ve Don Kişot adı altında yazıldığına göre... Ben İstanbul’u Roma’ya göre kurguluyorum.. imgelem.. yani İtalyanca yazılan ilk roman belki burada olacaktı demek istiyorum.
Şimdi şöyle bir şey var... (n)
Dünyada ilk roman İstanbul’da yazılamaz mıydı?
Olabilir, doğrudur öyle bir öngörü yapılabilir bir de Tekin Bey ben başka bir noktaya o zamana bunu açmak istiyorum, acaba bizim istanbul’da matbaanın girişi 1726, müteferrikanın bastığı. Ama bundan önce 1400 küsürlerde yahudi matbaaları var daha sonra yahudi bunların neler bastığına dair de bilgilerimiz çok sınırlı dolayısıyla, acaba diyorum mesela bizim ilk türk romanı diye bildiğimiz roman ‘Taaşşuk-u Talat ve Fitnat,’ ama daha sonra 1970’li yıllarda yapılan araştırmada Andreas Tietze bu Vartan Paşa’nın Ermeni Vartan Paşa’nın Akabi hikayesi diye bir kitabını neşretti latince günümüz Türkçesiyle yayınladılar. Bu Vartan Paşa’nın Akabi hikayesi ‘Taaşşuku Talat ve Fitnat’ romanından 20-25 yıl önce basılmış, ermeni harfleriyle türkçe bir roman, dolayısıyla 70’li yıllarda biz roman tarihimizi 25 yıl geriye çektik belki de daha öncelerine dair bir şeyler bulabiliriz, bu farklı bir alan.(n)
Püzant Bey geldi, bir an ona dönüyorum; Pera da İstanbul adlı kitabımla ilgili, Nedret Bey ne dedim ki; İstanbul’un anahtarları II. Mehmet’e verilmeseydi, Cervantes İstanbul’da doğacaktı dedim, çünkü latince ve italyanca burada.. ne dersiniz çok mu fantastik?
Ama efendim bu Ermeniler de yok biz buradaydık, İstanbul’daydık diyorlar. İstanbul’da, İsadan sonra 335, ilk Ermenilerin görülmeleri. Bu da neden, o dönemler işte başlıyorlar ya hıristiyanlık.. alfabenin peşinden başlıyor yunan alfabesini kullanmasınlar diye ermeni alfabesinin bulunuşu yaklaşıyor. 404 yılında mesela ermeni alfabesi. 330 - 335 yıllarında İstanbulda Ermreni var. Bir de Fatihin bir politikası var, Ermenilerle Rumları, öteki azınlıkları dengeleme, Sulu Manastır hikayesi. Nedret onu çok iyi bilir. (P)
Neden? Denge! Fatih müthiş bir adam hiçbir şey umurunda değil. Fatih hakiki bir hükümdar ve biraz da despot.(N)
Söyleşi:Emin Nedret İşli, Püzant Akbaş, Tekin SonMez, 23 Haziran 2010, Beyoğlu, İstanbul
Fotoğraflar: Feryal Özkale Sönmez
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder