Her yazmayı bilen, okumayı bilen insan arasında yeti farkı olur. Belki de bundan herkes sahaf olamaz. Belki de bundan her kitap herkes için değildir. Yazmanın sınırları ile okumanın sırları da benzer değildir. İyi okur, fakat yazamaz.
Yazar yazar, yazdığı edebiyat olmaz, yazınsal metin olmaz. Okur okur da her okuduğunu, algı dağarına eşit oranda alamaz. Kitap insan ilişkisi, yeme/içme, insan ilişkisi gibi sanılır. Her insandaki yeme/içme güdüsü gibi belirti verir ilk başta okuma yazma olayı da. Böyle sanılır. Böyle olmadığını söyleşiler ilerledikçe görüyoruz.
Örneğin ben yüz metreyi beş dakikada yüzemem. Böyle ise eğer yeti, yetenek, beceri ne ise her insanın yaratılışı ile sınırlanan bir durum da olmalı. Belki de en iyisi burada hemen durmalı bu konu. Fakat şunu söylemeden pes etmem. Şöyle ki sınırsız okur, okumanın sınırını aşıp geçer, üç günde bir kitap devirir ‘hatmeder’ fakat yazamaz.
Kişi vardır günlerce dur duraksız aralıksız, akışkan su gibi konuşur, söz coşar, mangalda kül kalmaz, gel bir mektup yaz dersin, nasıl olursa olur yazamaz. Soruyorum! Herkes neden sahaf olamaz? Sorunun yanıtı gelecek umuyorum. Söyleşiyi birlikte izliyoruz...
Sevgi içtenlik...
Tekin SonMez, 12 Nisan 2011, StockholmNedret Bey, ‘Adolf Hitler’in Kavgam’ını o çocukluk aklıyla.. onu okumaya başladım,’ dedin. İkinci kitap ne oldu, bir edebiyat kitabı olamadı mı?
Eee şöyle, daha sonra, daha sonra, birtakım, şimdi tam ismi hangisi.. hangisini daha önce, hangisini daha sonra okudum diye söyleyemem.. birtakım İstanbul tarihiyle ilgili kitapları okumaya başladım. Bunlardan bir tanesini zevkle, hani satır satır olmamakla birlikte çok uzun zaman içersinde iki de bir geri dönerek çevirerek evirerek, ‘Tarih Boyunca İstanbul’ diye bir kitap vardır, Reşat Ekrem Koçu’nun kaleme aldığı ve Cumhuriyet Gazetesinin bastığı, büyük... boy birşey...
Tamamlanmamış ansiklopedi gibi bir şey var, ben de bir iki sayı buldum ve aldım.. o mu acaba...
Yok! O İstanbul Ansiklopedisi, bu, Reşat Ekrem’in Cumhuriyet Gazetesi ilavesi olarak çıkarttığı büyük boyda İstanbul’un değişik konulardaki noktalarını anlatan bir içerik.. tarih boyunca istanbul, o benim uzun zaman elimdeydi...
On bir i,on iki yaşında ve İstanbul’un keşfi başladı, bakın Nedret Bey bu da o yaşlardaki bir çocuk için zor bir şey sanırım. Oradan kalanlar oldu mu bellekte?
Oo mesela sur kapılarını anlatır, yok efendim işte mahmutpaşa türbesini, sultan mahmut türbesini anlatır, onun yanında ne bileyim bunlar işte eski İstanbul’daki dilenciler der, bir çizim yapar orda bilgiler verir, yani İstanbul’un kültürü ve tarihiyle ilgili Reşat Ekrem’den bir özet, gibi birşeydir, çok hoş, resimleriyle çizimleriyle de güzel bir kitaptır.
Burada bir saptama, Nedret Bey’in İstanbul ilgisi, işte Reşat Ekrem bunu başlatmış olabilir. Çok farklı uğraklar kitaplar arası çok özel çok farklı uğraklar, erken olgunlaşmış çocukluk.. sorulmaz mı sorulur mu fakat şöyle, aşk diyorlar kitap için, kitap Nedret Bey için nedir? Profesyonel bir bilgi paylaşımı mıdır salt?
Yook, şimdi kitap.. kitap benim için, yani hayatta, yaşamda vazgeçilemeyecek bir ana unsur yani.
Ekmek gibi, su, gibi, hava gibi bir şey.. Ana unsur! Evde hanım var ve bir de böyle büyük bir kitaplık var mı?
Evet, evet.. evim de dolu Tekin Bey.
Nedret Bey, Hanım dedim, kitapla sorun yaşar mı?
Olabilirdi! Fakat benim kurtarabileceğim noktam var. Yani kesinlikle her kitapçının, her kitap severin her koleksiyonerin her kitaba düşkün olanın eşiyle mutlaka bu konuda bir problemi olur. İstisnasız olur.
Kitap sever izleyicilerimiz de bu gizi öğrensinler. ‘kurtarabileceğim noktam var,’ sözünü açalım mı?
Hakkaten kitapsever eğer çılgınlık düzeyindeyse kadını mutlaka ihmal eder, ben bundan bir sene önce DK’tan, ‘benim kitaplarım’ diye bir röportaj kitabı çıktıydı, ben orda bir laf söylemişim yine böyle bir söyleşide onu başlığa çektilerdi, ‘kitap, kitapseverin metresi gibidir,’ demiştim.
Şimdi bu sahaflıkla birlikte bir de Nedret Bey tarihi sürüklüyor bizi. ‘kitap, kitapseverin metresi gibidir,’ demiş olmak. Kitap metres ise evde üç kişi var. Ana unsur kitap severlik, evde hanım, Nedret Bey tarihine göre bu ikisini ya da üçlüyü nasıl betimleyelim?
Bu benim şahsi görüşüm Tekin Bey, bu böyle, yani kadın mutlaka kitap yüzünden ihmal edilir, parasal ihmal, zaman açısında ihmal edilir, işte kütüphane düzeltmek, evin düzenini bozmak adına ihmal edilir.
Burada bir de ‘itiraf’gibi bir durum yok mu?
Yani kadınların bu konuda biraz itiraz etmelerinin ben haklı yönlerini buluyorum ve onlara inanıyorum, ama ben bunu nerden kurtarabiliyorum, şöyle, en sonunda bir isteksizlik söz konusu olduğu zaman kullanabildiğim çok güzel bir argümanım var, o da ‘ee n’apalım bu bizim mesleğimiz, biz bundan ekmek parası kazanıyoruz,’ deyip kurtarabiliyorum işi.
Ekmek parası geçim kaynağı olmayan ne yapsın?
Yani ben, bunu yarın satarım, istiyorsa, geçimimizi sağlarız, diyorum ve ötekilerin böyle bir şansı yok.
Eşiniz de sizinle bu meslekte kol kola omuz omuza ekmek ve geçim peşinde koştu mu çalıştı mı?
Yok! Yok, hayır.. o eğitimci, öğretmen.
Şimdi şöyle bir şey daha, diyelim ki bir yerden bir telefon geliyor, diyorlar ki ‘biz burda bir evi tasfiye ediyoruz, buyurun kitaplara.’ Bu nasıl oluyor, kadınlar mı? Adamcağız ölür ölmez, kadın hemen telefona mı sarılır, yaygın olduğu söyleniyor, bu olaylar var mı?
Şimdi orda gine bu maalesef kadınların adı çıkmış. Evet, yani kadınlara bu konuda çok haksızlık edildiği kanaatindeyim, hoş yani tabii şöyle de bir noktayı tabii eee ben de tabii bir erkeklik de yapayım...
Yaşanılan bir olay, bir istinat noktası var mı?
Mesela, kadınlar da erkekler de bu, ‘al götür,’ şeklindeki ifadeyi her ikisi için de kullanabiliriz, yani o özel durumlarda herkes için geçerli. Ama mesela müptela derecesinde çılgınlık derecesinde kadın kitap koleksiyoneri çok fazla hatırlamıyorum.
Kadın kitap koleksiyoneri anlamında, yani kadın kitap sever, ‘çok fazla hatırlamıyorum’ demek mi?
Günümüzde böyle, yani bugün de böyle, eskiden de böyleydi. Bana deseniz ki böyle evini tamamen kitapla dolduran bütün işlerini kitaba göre ayarlayan ve sürekli kitap alan, kitap getiren evine taşıyan kadın sayısını söyle bana, isim söyle deseniz çok zorlanırım.
Kitapla erkek arasında mistik bir bağlantı mı var?
Olabilir, yani bu tabii.. ama dediğim gibi, kadınlar az, erkekler çoğunlukta bu işte, ama söylediğiniz gibi mesela şimdi şöyle birşey dedinizdi, bir hani kitaplar var nedret bey gel kitapları al, işte tasnif et ya da bu kitapları bizden... o sadecene kadınlara ilgili olmuyor, şöyle birşey oluyor efendim, yani mesela şimdi diyelim ki nişantaşında bir daireniz var ve bu daire, tabii nişantaşı mülk açısından çok kıymetli, içerisi de kitap dolu.. şimdi tabii, o, bir de size bu daire diyelim ki size bir yerden miras kaldı, e şimdi bu daireyi n’apıcaksınız, ya kiraya vereceksiniz ya satacaksınız, ama bunu yapabilmeniz için önce içindeki eşyayı boşaltmanız gerekiyor. Dolayısıyla bu kadına erkeğe bakmıyor, yani siz de gelip diyorsunuz ki aman Nedret bey gel, bunları bir an önce çıkartalım götürelim atalım, yani bunun gibi böyle.. aa, zaman zaman kadınların da böyle, aman bu kitaplar benim kocamı mahvetti al götür dediklerine de şahit oldum, olmadım değil. Ama genelleme yapmamak lazım.
Kitap her zaman var. Hiç böyle bir soru olmamalı. Olmamalı diye düşünüyorum. Şu açıdan olmamalı, bu tür kitapları, dünyanın bütün kitaplarını tarayıp internete geçirip herhalde çıkarabilmek için yani insanlığın bir elli yıl yüz yıl çaba sarfetmesi lazım Bir de antik dönem, ölü dillerle yazılanlar var.. hepsi mi?
Yani bütün dünya dillerinde Tekin Bey yani bütün dünya matbaalarında basılan kitapların adedi onların taranması bilmem nesi, yazmaları, basmaları, işte maniskülleri, bilmem neleri bu olacak bir şey değil.
Kitap miras olarak da hep kalacak demek midir?
Kitap, evet! Ama daha spesifik bir şey olacak, belki daha butik bir şey olacak.. ama bir de şu var, bu günümüzde basılan kitapların kaçta kaçı geleceğe kalacak onu da bilmiyoruz. Şimdi günümüzde basılan kitapların çoğu, estetik değerlerden inceliklerden ve birtakım özelliklerden azade şeyler ve dolayısıyla eskinin zarafeti inceliği olmadığı için onlar acaba ne olacaklar, esas sorun bu bence.
Söyleşi:Emin Nedret İşli, Tekin SonMez, 23 Haziran 2010, Beyoğlu, İstanbul
Fotoğraflar: Feryal Özkale Sönmez
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder