30 Eylül 2010 Perşembe

İnsan hem hukuk okuyacak hem de iktisat ve yine de kitaptan kopamaz...örnek mi!Mustafa Baldan ile söyleşi ; Yirmi üçüncü yazı

Kitabın alıp götürdüğü bir dünya. Nereye? Yolculuk nereye? Kitaba dokununca yolculuk başlar. Ya da yolculuk olmaz da siz öyle sanın! Git! Git! Gittiniz! Gittiniz! Duracak yer var mı? Yine o sokaktayım işte. Bir kitap peşinde koşuyorum.

Sorup soruşturuyorum. Yok! O yok! Duracak bir yer arıyorum, o kitabı bulmaktan umut kestim. Yoruldum! Oturacak bir yer arıyorum. Sokakta yığınla kitap beni içeri çekti. Orada bir de ne göreyim! Kitaplar arasında bir yolcu.. durdum ve ona baktım. O hiç istifini bozmadı.

Var mıyım yok muyum, oralı bile değil! ‘Hey arkadaş,’ diye seslensem, irkilebilir ve tavana dek yükselen kitaplara çarparak düşer. Kitaplarla böyle bir yolculuk az görülür.

Bırak gitsin yoluna, dedim. Üstü, başı, elleri toz içinde.

Evet o denli gürültü yaptım ki sonunda irkildi ve geri döndü yolculuğundan. Gözleri kapalı. Huysuzlandı da! Ellerini açtı! Zor bir diyalog.. söke söke başladım.

İnsan hem hukuk okuyacak hem iktisat ve korkmayacak kitaptan!

Örnek mi? Konya (1946) doğdumlu, hukuk ve iktisat okudum diyen hem de kitaptan kopamayan Mustafa Bey işte elleri toz içinde.

Elim toz olur diye, elimi sıkmadı! Söyleşiyi birlikte izleyelim.
Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMezT: Sizi tanıyalım! İstanbul’da doğdunuz herhalde?
M: Efendim ben Mustafa Baldan. Yok! Konya'da doğdum.
T: Anneniz babanız öğretmen belki...
M: Değil! hayır! Annem ev hanımı, babam işçi.
T: Baba işçi! Şöyle yapalım! Kitabı nasıl tanıdınız ilk, yani kitap size nasıl dokundu? Kitap! Çünkü sizi buraya kadar getirdiğine göre bir cazibesi var herhalde kitabın.
M: Efendim, kitapla tanışmak... nasıl söyleyim...
T: İlk.. ilk kitap.. nasıl gördünüz ilk kitabı, nerede?
M: Tabii, tabii.. Konya'da gördüm.
T: Ailede kitap merakı var mıydı Mustafa Bey?
M: Dayımda.. tabii vardı, dayım okumuş birisiydi. Onun evinde bir.. kütüphane demesek de sandığında bir dönem okuduğu kitaplar vardı. Ben o kitaplarla birgün onun izbesinde idim, o sandığında karşılaştım kitapla...
T: Evet, ilk okuduğunuz kitap aklınızda mı, isim.. neler var?
M: Birkaç tanesi.. o sandığın içinde hangi kitapların olduğunu aşağı yukarı hatırlıyorum.
T: Peki hatırladığınız kitapları görelim bakalım.
M: Efendim, aşağı yukarı her türden denebilecek, her türden kastım...
T: Bir isim filan var mı?
M: Var tabii! Var tabii, orda karşılaştığım romanlar vardı.
T: Örneğin, yazarları?
M: Tabii bugün edebi saymadığımız romanlar, örneğin Reşat Nuri vardı, Hüseyin Rahmi vardı, ama bunun yanında Esat Mahmut Karakurt ve Kerime Nadir ve bunlardan birer kitap daha vardı. Agah Sırrı Levent, Mustafa Nihat Özon.. edebiyat tarihleri vardı. İlk okuduğum kitaplar o sandıktan çıkan kitaplardı...
T: Kitap sizi.. evet buraya kadar getirdiğine göre bir yol yürüdünüz. Bir yol! O yolu görelim! Kitap sizi uğraklar olarak nereye savurdu ve kitap olmasaydı ne olacaktı?
M: Yani değiştirdi mi onu bilmiyorum ama.. yani işte kitapla bağlantı kurduktan sonra okuma hiç durmadı...
T: Okuma hiç durmadı mı Mustafa Bey?
M: Durmadı, sürekli okudum, bu arada dönem dönem yazma hevesim, hatta onların kimilerini yayınlama girişimim de oldu. Bu böylece sürdü geldi.
T: Öğrenim, kitapla ilgili mi oldu öğreniminiz.. yoksa?
M: Yok, bir süre hukuk okudum, ama hukuk bitmedi. Özel nedenlerle bitmedi, daha sonra iktisat fakültesini okudum, bitirdiğim okul iktisat fakültesi.
T: Buranın sahibi misiniz?
M: Yok! Değilim. Ben birkaç gündür bir arkadaşımla birlikte burdayım.
T: Kitabın geleceği var mı size göre?
M: Gelecekten kastınız Tekin Bey?

T: Gelecek dediğimiz! Yarın, daha sonraki dönem. Kitap yaşayacak mı?
M: Kesinlikle! Kesinlikle, yani biçim değiştirerek belki yaşayabileceği şeklinde iddialar var ama ben o kadar çok da biçim değiştireceğini düşünmüyorum. Elektronik ortamda çok kitap yayınlanmaya başladı, hatta kimi türlerde, bizim kağıt üzerine basılmış kitapları aştığı bile söyleniyor. Amazon geçtiğimiz ay böyle bir istatistik yayınladı ama kitap hep olacak ve ve insanlar bu kağıtlara...
T: Dokunacaklar demek ister gibi bir haliniz var...
M: Bu toza toprağa işte, dokunacaklar evet...
T: Peki Mustafa Bey, sizin ilgi alanınız.. kitap türleri içinde, diyelim ki demin söylediğiniz edebiyat tarihi.. roman..
M: Evet, başlangıcından beri romanla edebiyatla sıkı ilişkim oldu, bitmeyen bir ilişkim. Ama daha sonra bu, sosyoloji, işte toplumbilim, tarih, şimdi atbaşı gidiyor diyebilirim, yani tarih ve edebiyat olmak üzere.
T: Genç bir adam, diyor ki ‘hocam, bu kitabı anlamıyorum, nedir bu kitap’, nasıl bir tanım yapalım? Kitap nedir diye sorsalar, sizin reçetenizi alalım...
M: Haa yok! böyle bir reçete olabileceğini pek düşünmüyorum, yani bir biçimde kitapla bir bağlantı kurulur, yönelimler bir biçimde başlar, ondan sonra o yön üzerinde bir arayış olur. Yoksa!
T: Peki kitabın çekip götüren, insanı.. sizi buraya kadar getirdiğine göre, bu nedir, bu cazibe? Bu çekim, kitapta ne var da böyle, insanı rezil de ediyor vezir de ediyor? Öyle derler mi? Yani bu memlekete göre konuşuyorum da.
M: Yani, rezil eder mi bilmiyorum, haa yani belki de eder?
T: Yani insanı alıp ordan oraya sokuyorsalar...
M: Yani! Yani.. evet, evet...
T: Ben biraz absürd konuştum tabii,
M: Aa yoo, oraya.. bir yerlere sokarlar hele yanına bir dönem, bir yana kitap bir yana silah da koyuyorsanız, farklı yerlere de götürürler.
T: Yandınız... Peki, demek ki bir çekim alanı var kitapta, Thomas More muydu bu Ütopya'yı yazan, biliyorsunuz başına gelenleri.. yani bir insanı rezil de eder vezir de...
M: Haa onu kastediyorsunuz anladım. Tabii vezirken.. vezir idi, ama bir imza atmadığı için.. o tür rezillikler yaşanmıştır.
T: İmza atmadığı için kral onu giyotine gönderdi. Şimdi peki biz şöyle yapalım, kitapta nedir bu cazibe? İnsanı böyle alıp götüren birşey var.
M: Efendim, ilk başladığınızda bunu tanımlamak kolay olmaz herhalde, ama bir süre sonra belki ne olduğunu fark etmeye başlarsınız. Yani bildiğiniz tanıdığınız, elinizle dokunduğunuz gerçekliğin dışında, başka bir gerçekliğin daha olduğunu anlamaya başladığınız ortaya çıkar. İşte o gerçeklik herhalde insanı sürükleyip götürür. Yani ben böyle düşünüyorum.Fotoğraflar; Feryal Özkale Sönmez
8 Ağustos 2010 Beyoğlu, Büyükparmakkapı, İstanbul

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder