Miltiyadis Nomidis'e en yakın yerdeyiz. Hani sanki bir hazine var da, bir aletle yerden ses dinliyor, elektro manyetik ölçümle arazi keşfi yapıyoruz.
Defineciler modernize olmuşlar, toprağın ruhunu bile elekten alıyorlar. Hazineler gittiğine göre geride ne kaldı? Kitaplar... Kırk yıllık sahaf Uğur Güracar söyleşisi belli bir kıvamda devam ediyor. Miltiyadis Nomidis ile tanışmamış, fakat onun kızı Talya ile tatlı anıları var Uğur Bey'in. Ben inanıyorum, bir gün Nomidis ailesi ve Beyoğlu sahaflık sanatı diye bir konferans olacaksa, Uğur Bey sahneyi dolduracak. Şimdiden alkışla onu buradaki blog sahnesine alıyorum. Nomidis ailesi kaç yıldır bekliyor, biraz daha beklesin bu satırların yazarını.
Uğur Bey'i biraz daha tanıyalım. Geçende yayımlanan söyleşide tuhaf bir soru, barikatları aşarak Uğur Bey'e sokuldu. Ben de durduramadım bu tuhaf soruyu.
'Günümüzde Türkiye’de sahaf var mı Uğur Bey?’ Bir kahkaha tufanı ile: ‘Günümüzde sahaf! Bendeniz, işte sahafım. Hasbelkader sahafım yani..işte' dedi Uğur Bey.
Bu karşılaşmadaki içtenlikli hava, söyleşiyi kitapların da hoşnut kalacağı bir yere alıp götürdü. Librairie de Pera adlı sahaf kitabevi sahibi Uğur Bey söyleşisini izliyoruz. Efsaneler zincirinin yaşandığı bir yerdeyiz.
Sevgi, içtenlik...
Tekin SonMez, 19 Ağustos 2011, Pera, BeyoğluKitap nasıl algılanmalı, nasıl tanımlayalım Uğur Bey?
Kitap, şimdi, çok yönlü bir obje bir olgu. Yani bunun o kadar çok yönü var ki, mesela kitap para eder, para etmesi yönünden onu satacak tüccarı ilgilendirir. Kitap eğlencelidir, renklidir, göz alıcıdır, insanın görselliğini tatmin edebilir. Adam fetişisttir, kitapla öyle bir ilişki mesela kurabilir. Fetişist derken salt cinsellik bağlamında bahsettmiyorum, ayrıca, bu.. kitabın cildi bir fetiştir, kitabın hurufatı bir fetiş olabilir, kitabın macerası da ayrı bir fetiş olabilir, kitabın ortaya çıkması... Örneğin şimdi siz bir edebiyatçı olarak... belki sizin ilk kitabınızın ortaya çıkması... yani, mesela fetiş niteliği var. Yani, Tekin Sönmez’i Tekin Sönmez yapan şeydir o. Dolayısıyla böyle ilk baskılar dediğimiz, böyle bir alem vardır mesela, o bambaşka bir şeydir. O arkasında öyküsüyle beraber gelen bir kitap dünyasıdır.
‘Hasbelkader sahafım!'. Uğur Bey sahaflıktan pişman mı?
Yoo, asla pişman değilim. Asla pişman değilim. İstediğim bir şeyi yapıyorum, mecbur kaldığım için yapmıyorum. Ben aşağı yukarı otuz seneden beri bu işi yapıyorum. Usta çırak ilişkisi dolayısıyla tebaruz ettiğim bir işi de yapmıyorum. İşte, hem mühendislik okuudum, hem siyasal bilgiler okudum, ama ne bir dakika mühendislik yaptım, ne bir dakika kaymakamlık yaptım, ya da işte mal müdürlüğü yaptım...
Kitaplar belki ikisini de aşıyor ve zorluyor Uğur Bey’i...
Tabii, yani bu ülkede bu işi yapmak gerçekten zor. Rahmetli Çelik Gülersoy’un böyle çok karamsar saptamaları vardı bu ülkeyle iligli, burası bir kültür çölü filan derdi. Ben hatta bir gün kendi yaptığım işle iligli olarak Müslüman mahallesinde salyangoz satıyorum demiştim, o da körler mahallesinde ayna satmak daha doğru, dedi ki böyle matrak da bir adamdı.
Bu çölleşme düşüncesi! Neden? Roma, arkasından Bizans. Osmanlı, üç imparatorluk burası...
Şu an, şimdi siz o kadar doğru ve gerçek bir şeyden bahsediyorsunuz ki, Roma diyorsunuz. Bence belki yüzde doksanımız Roma, Bizans da değil, Roma. Benim adım Roma ismi biliyorsunuz Uğur adı Roma’dan gelen isim Augur’dan gelir mesela. İşte kahindir, olumlu şeylerin haberini veren kahin kuşudur. Ordan Fransızcaya geçmiştir, İtalyancaya, Almancaya geçmiştir. Augur, Roma lisanında bir keşiş aslında...
Sürecek...
Söyleşi: 12 Ağustos 2011, İstanbul, Beyoğlu
Fotoğraflar: Feryal Özkale Sönmez
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder