22 Ağustos 2011 Pazartesi

Miltiyadis kültür varlığı, onu sürdüren Uğur Güracar ve Romalı İmparator Constantinus dedik, bugün söyleşinin dayanılmaz hafifliğine geldik 46.yayın

Önümüzde kapalı bir tarih alanı var, dedim bir yerde.
Fakat bazı yerler alaca bir tan vakti gibi ağarmaya başladı. Elimizde Uğur Bey’in verileriyle biraz belge toplandı. Şimdi buralardan bir yerlerden, açık bir kapıdan içeri gireceğiz. Girmeden önce bu açılımı da açalım! Söyleşi nasıl olmalı?

Duran söyleşi tanımı var. Sıkıcı, tekdüze. Bir de akan söyleşi tanımı var. Karşılıklı ateş havası olur bu tür söyleşilerde. Su söndürmez bu tür söyleşideki alevleri. Yaratıcı veriler de böyle ortamlarda, böyle konuşmalarda ortaya çıkar. Bir giz daha var! Bu tür söyleşiler günce yazımı gibidir, maskeler aşağı iner biraz. Her birey kamuya dönük durunca maske takar. Bu söyleşilerde, bu biraz da resmi tarih görüşü gibi olan statik maske, asık yüzler sarsılır. Bu tür söyleşilerden yeni bir şey çıkabilir. Bu satırların yazarı bu türün peşinde koşuyor.

Başka türlüsü de olmaz. Söyleşide sentaks gramatik dizin esner ve özneler nesneler kayar. Fakat söz canlanır. Ateş gibi işler söz bu durumlarda. Böyle olmayacaksa, söz dizgin altına alınacaksa, söyleşiye ne gerek var kardeşler! Her sahaf otursun makalesini yazsın, uslu uslu. Değil mi?

Doğaldır ki bir de şu var! Bu yayınlanan söyleşiler, yine de belli bir düzenle rahle'i tedristen geçiyor. Hani bir bıraksak ucunu, kimse yetişemez. Bu anlamda söyleşiye katılanların içleri rahat etsin. Yetmişli yıllarda, Yansıma Dergisi genel yayın yönetmeni aramızda. Bu arkadaş bize kök söktürüyor, yazılanları sildiriyor sık sık, deneyim deyip duruyor bir yandan, öte yandan 'bağcıyı mı döveceksin, üzüm mü yiyeceksin' diye soruyor; içeride ne olup bittiğini tahmin edemezsiniz. Bununla birlikte diyor ki: 'Türkçenin konuşma romantizmindeki ritmini, kesmeyin.' İşimiz oldukça zor.

Özeti şudur: 'Söyleşiyi kelimesi kelimesine bire bir konuşma söz dizimine ait formatta yazıya dökmüş,' değiliz. Daha önce konuk olan genç kuşakla birlikte Halil Bey'in, Nedret Bey'in, İbrahim Bey'in, Püzant Bey'in ve son virajı dönerken canlı yayınla blog ekranına son günde konuk olan Uğur Bey'in kulakları çınlasın. Bıraktığımız yerden Uğur Bey söyleşisi ateşli bir coşkuyla sürüyor. Öğreneceğimiz çok şey var.
Sevgi içtenlik...

Tekin SonMez, 22 Ağustos 2011, Pera, BeyoğluAdam ölünce bu kesin olur, ya da olurdu değil mi?
Yani söz meclisten dışarı şimdi şurdan başlayım, orda kadınları da anlamaya çalışmak gerekli aslında. Yani haklılık anlamında söylemiyorum ama aslında orda..(kitabın çok dışına çıktık başka bir yere gittik.) insan işte yanlış insanların beraberlikleri.. fazla seçenek yok, o konuda hiçbir çaba harcamaksızın pat diye ya beşik kertmesi ya görücü usülü, ya geleneksel usullerle, başka insanlar başka dünya kuruyorlar. Adam da kendine kitapla bir dünya kuruyor.

Uğur Bey’de de böyle bir sorun oldu mu Uğur Bey?
Benim olmadı öyle bir sorunum.

Bu söyleşide konu, nirengi noktası Uğur Bey, kültür tarihi ikincil sırada. Şimdi otuz kırk bin kitaptan söz ediliyor o kadar büyük bir birikim var. Nasıl oluyor hanımla bu konu...

Kırk - elli bin benim şahsi kitaplığım değil, benim iki üç bin kendi şahsi okuduğum kitaplar ama.. bu kitabevinin elli bin belki altmış bin kitabı var. Zaman içerisinde oldu işte. Kitabı alış hızı, kitabı satış hızınızdan daha fazla olduğu için birikti.

Bu soruda nirengi noktası hanım! Evde itiraz sesi yok mu?
Evde durmuyor bunlar, depoda. Evde şöyle bir şey oluyor, benim kitapla kurmuş olduğum ilişki kadar yoğun ve romantik böyle sıcak bir ilişki kurmadığı için eşim, o.. o kadar benim kitaplarla yaşadığım mutluluğu o yaşamadı büyük ihtimalle.

Kadın ve kitap...rahatsız oluyorlar ya olmuyorlar.. Uğur Bey, kusura kalmayın çünkü bunun böyle bir yanı da var, kiminle söyleşsem bu soru çıkıyor ortaya kitap kimseyi paylaşmaya izin vermiyor.

Tabii, kitap çok tek kişilik birşey yani, birebir yaşanan bir şey. Tabii kitap şu! Nermi Uygur, biliyorsunuz felsefeci, onun çok güzel bir tabiri vardır, kitap tek kişilik bir yangındır der. Hakkaten kitabın böyle bir özelliği var, yakar insanı böyle tutuşturur. Kitabın yakıcı tutuşturucu özelliğinden ben de nasibimi aldım.

Bayan Nomidis.. bir hanımefendi olarak, ben bunun duygu yanıyla ilgiliyim. Bir kez bir bayan, bayanlarla kitaplar konusu ortada. Talya da bir kadın.. aristokrat fazla abartı olabilir, burjuva diyelim ona. Burjuva olması mı onun kitapla olan ilişkisini belirledi... Düşünüyorum. Fakat o başka birisi... Nasıl bir temas, bir böyle dokundu ve çekti Uğur Bey’i...

Öğrenciydim, Tekin Bey, İstanbul Üniversitesinde Siyasal Bilgilerde o zaman ve buranın müşterisiydim ve işte ikinci defa okuyorum, niyetim üniversitede kalmak akademisyen olmak ama işte o 12 Eylül sonrasının o saçma sapan kaotik ortamı, falan üniversite de bir tad tuz kalmadı, hayatta bir tek kitaptan anlıyorum hiç olmazsa kitapçılık yapayım, böyle işte. Yurt dışında kıymetli kitaplar satan sahaflar.. öyle bir hayal vardı kafamda. Dedim, böyle bir işyerim olsun.. Nerde olsun.. işte Tünel’de iki tane rum kadın aşağıda bizim Talya, yukarda Venetia vardı. O ikisinin sağında solunda bir dükkan bulursam ne kadar hoş bir şey olur filan falan. Neyse.. bir gün böyle burda, alışveriş sırasında Talya dedi ki bu dükkanı devredeceğim ilgilenir misiniz, dedi.
Sürecek....

Söyleşi: 12 Ağustos 2011, İstanbul, Beyoğlu
Fotoğraflar: Feryal Özkale Sönmez

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder