"Elmaslarla, altunlarla kitapların eşit tutulduğu günlerde anne rahmine düşmüş olmamı bir tansık olarak yorumlayanlar var.
'Annem ve babam bu parlak günlerin doruklarındaki görkeme yetiştiklerini söylemekten çekinmezlerdi.
'Her söz, kutsal bir iksir gibiydi. Her kelime amber kokan kutularda saklanan merheme benzer bir işlem görürdü insanlar arasında.'
Değerli İzleyici,
Bu blog salt kitap vitrinlerinde haftanın listesine giren kitapları izleyenlere değil, tarihin labirentinde okurunu bekleyen kitaplara ulaşma yollarında çözüm arayan kitap severlere yöneldi. Bu nedenle sahaflar ve sahaflık konusu söyleşi konusu oldu. Edebiyat kıyısında gezinen bireyleri de; roman, deneme, öyü, anı, günce okumayı sever okurlara da kitap varlığı açısından yöneldi bu blog.
Kitabı nesnel bir varlık olarak eline alan ve elinde bir süre tutan bir insan düşünün. Tarihle yoğrulmuş olan bir kitap bu insanın elinde bir an duracak. Kitabın içsellik konumu bir yanda dursun. Kitabı nesnel bir zenginlik odağı gibi algı dağarında taşıyan insan bu blog ile sesini duyuracak.
Varlık olarak bir kitabı nesnelliği ile alıyor elimizde tutuyor Elyazmaları adlı öyküyü bıraktığımız yerden sürüyoruz.
Sevgi, içtenlik...
Tekin SonMez, 25 Nisan 2010, Stockholm'Kars denilen unutulmuş kentin şimdilerde pek dikkat çekmeyen bir yerinde, yanlara ve derinliğine genişleyen bir evin en ışıklı odasında doğduğum, söylendiğinde, nerede o oda diye sordum. Odayı görmek istiyorum, dedim. Orada annemim doğum hazırlıkları sırasında bıraktıkları, raflarda çocuklar için olanlar ve kanepenin üstünde unutulan kitap, hiç biri yer değiştirmeden öğlece duruyordu.
'Dünyanın her yerinden gelen çerçilerin getirdikleri çeşit çeşit kitaplarla kurulan pazarda, annemin ve babamın bu pazara alışveriş için yaptıkları gezilerde ben de bulundum, birkaç yaşından sonra. Renk renk kitapların, eşek, katır ve deve sırtında taşınarak getirildiği Kars Kitap Pazarı, o zamanlar dünyanın en büyük alışveriş merkezi idi.
'Fakat alışveriş konularının en önemli değiş tokuş maddesi de (afedersiniz madde sözü için) kitaplarmış o günlerde. Kitapla altun, gümüş, elmas değiş tokuşu. Daha neler neler! Takascılar ve yardımcıları, aylarca önceden çalışır ve pazarın açılışına bir hafta kala hanları, hamamları, kervansarayları dolaşırlardı. En iyi elmasların hamamlarda korunduğu, en değerli kitapların ise kervansarayların orta katlarında tutulduğu bilinirdi.
'Altun değerinde bir elyazması isteyenle, gümüş değerinde bir papirüsün üstündekiler karşılıklı uzun pazarlıklarla değiş tokuş edilirdi. Bu ahenkli uğultular Kars Platosu’nu doldurduğu günlerde bu dünyaya geldim. Kafkasya'dan, Karadenize Afrika’ya, Balkanlara dağıtılmak üzere, “Kitap Kervanları” Ani’den Kars Kalesi varoşlarına değin uzanırdı.
'Elmaslarla, altunlarla kitapların eşit tutulduğu günlerde anne rahmine düşmüş olmamı bir tansık olarak yorumlayanlar da çıktı. Annem ve babam bu şaşalı parlak günlerin doruklarındaki görkeme yetiştiklerini söylemekten çekinmezlerdi. Her söz, kutsal bir iksir gibiydi. Her kelime amber kokan kutularda saklanan merheme benzer bir işlem görürdü insanlar arasında. Şimdi söz’ün de yazı’nın da kıymeti harbiyesi kalmadı, diyenler var çoğunlukta. Oysa o günlerde her şey farklıydı, anlatılır gibi değildi hiç bir şey.
'Özel sandıklarda, özel ve renk renk ciltlerle Kars’a getirilen her dilden kitapla birlikte, ayrıca temiz parlak camekanlarda olanlar da vardı. Haftalar boyu süren alışveriş değiş tokuş pazarlıkları sürerdi. Ben annemim ya babamım dizlerine tutunarak yürüdüğüm günlerde, boynuma halis hint ipeklisinden yapılmış keten astarlı bir çanta koydular.
'O yıl kar erken kalkmıştı.
'Bir kuraklık haberi gırla gidiyordu ahali arasında.
'Kış boyu sığırların telef, celeplerin yok olduğu rivayetleri, sayısız kitaplarla dolu odalarımızı geçer ve en ortada annemle babamım uyudukları odaya dek gelirdi. O yıl bir sabah annem ve babam, oda eşiklerinden içeriye adım atarak başlattıkları gezintiden önce bu kuraklık haberi geldi.
'Bir an annem ve babam oldukları yerde mıhlanır gibi durakaldılar. Hiç unutmuyorum! Bana, “aslan oğlum, sen gücün yettiği kadar odanın eşiği önüne yaklaş ve içeriye gir bir adım at ve onlara, günaydın de. Senin sesini ve senin ayak seslerini işitsinler senin insan kokunu alsınlar, ve ‘insanlar biz kitapları terk etmedi,’ desinler birbirlerine.
'Hadi aslan oğlum! Göreyim seni,” dedi annem ve kıçıma bir şaplak attı. Ben, seğirtmeye başlamıştım ki, babam arkamdan: “Kaç tane odanın eşiğinden içeriye girersen, o odaların hükümdarı sen olacaksın,” dedi. Ardından annem, “biz, kuraklık üzerine çıkan havadisleri öğrenip koşarak geriye döneceğiz,” dedi.'
Elyazmaları, Tekin SonMez, Kars Platosu Öyküleri, NİS Media Ya, ilk bası 2004, İst.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder